17 Eylül 2014 Çarşamba

+ BİLİNCİN YAVAŞLAMASI - BİLİNÇSİZLİK

 
                           

 

        BİLİNCİN YAVAŞLAMASI

                BİLİNÇSİZLİK
                 









 Bilinç insanın hayatta kalması için ona verilmiş en büyük silahtır. Bu silah onu hayvanlardan cok daha üstün kılıyor.Hayvanların sahip olduğu pençelerden, dişlerden mahrum olan insan bilinciyle hayatta kalma savaşını veriyor. İnsan zekasıyla dış koşullara uyum sağlamayı beceriyor ve bulunduğu ortamı kontrol edebiliyor. Birçok hayvan türü dış koşullara uyum sağlamadığından yok olup gitmiştir. Hayatta kalma dürtüsü insanoğlunun yaşam dinamiklerinden en önemlisidir.

Hayatta kalma dürtüsü azalınca ve  dinamik yavaşlayınca insan ölümüne yaklaşıyor. Ne zaman insan hayatta kalmadan vazgeçiyor? Aslinde bakarsak ölümünden çok daha önce. Çünkü ölüm denilen durum bilincimizde başlıyor ve bu süreç baya uzun-ömrün yarısı kadar-sürebiliyor.

Hayatı tehlikeyle savaşan genç adamın reaksiyonlarını yaşlı adamla kıyaslasanız göreceksiniz ki yaşlı adamın zayıf noktası onun hasar almış  bilincidir. Ömrünün yarısına geldiğinde insan büyük zorluklarla kazandığı deneyimlerin sahibi oluyor ve deneyimlerine dayanarak hayatını sürdürmek istiyor. Biz biliyoruz ki, gençlik az deneyimiyle hızlı düşünüp karar verebiliyor, yaşlı insan ise deneyimlerine rağmen yavaş düşünüyor. Bu arada gençliğin elde ettiği verilerin yeterli olmadığından doğru düşünmeye bilir.

Şimdi öyle birirsini hayal edelim ki, onun yeterince deneyimi ve hayat tecrübesi vardır ve hızlı düşünme ve hareket etme özelliği de kaybolmamıştır. Düşünsenize yaşlı adam tecrübesini gençliğin cozkusuyla ve enerjisiyle kullanabiliyor!

Yaşlılık gençliğe söylüyor: Senin tecrüben yoktur sen bilmiyorsun. Gençlik yaşlılığa diyor: Sen geleceği göremiyorsun, sen yeni ideaları ve düşünceleri ret ediyorsun. Tabi burada insan için en güzeli bu olurdu: deneyimleri ve tecrübeni gençliğin coşkusuyla ve hızıyla birleştirmek.

İnsan olgunlaşınca gençliğin enerjisini, coskusunu, hareketini özler. Ona bunların hepsi illüzyon olarak görülür. Gerçekten bunlar illüzyon muydu? Yaşam sevinci, kaderine inanmak, yaşam iradesi, ilk aşkın heyecanı, coşku , renklerin parlaklığı, gökyüzünün sonsuzluğu – sadece illüzyon muydu?

Dünya değişmedi, değişen biziz. Bizim algılayışımız değişti. Peki bu değişimin gerçek sebebini nerede aramamız lazım? İnsan duygularını körelten, onu yavaşlatan, durağanlaştıran ve böylece ölüme yaklaştıran şey nedir? Edindiğimiz  tecrübe mi?  Bilgi bilinci kısıtlaya bilir mi?

Hayır, bilgi yaşam gücünü zayıflatmaz. Onu zayıflatan acılarımızdır. Biz acılarla yoğruluyoruz, hayat derslerimizi ıstırab ve acıyla alıyoruz. Bu dersleri almak, öğrendiğimizi koruyup tutmak önemlidir. Bizim hayatımız bizim deneyimlerimizdir sonuçta. Bizi bilinçsizliğe sürükleyen bilinçaltında topladığımız korkularımız ve acılarımızdır. Deneyimlerimizi, bilgimizi onlardan arındırmamız lazımdır. Böyle bir arınmadan geçmiş, tüm acılardan kurtulmuş birisini hayal edin:O hayatın, Evrenin yüzüne karşı dikilp düm düz ayakta olduğunu ve kazanacağını ilan ediyor. Güzel bir manzara. Gerçek olabilir mi? İnsanlık tarihinde bunu yapmış kişilikler çoktur, tarihe de bu özelliklerinden dolayı geçmişler.  

İnsan ona ayrılmış kısa yaşam sürecinde ölümden çok daha önce ölmeye başlıyor. Belki de hayatının yarısını ölüme taviz vermekle, adım adım ona yaklaşmakla geçiriyor. Her yapmak istediğiniz ama yapamadığınız şey sizi ölüme yaklaştırıyor. Dağınık ev, bakımsız vücut, kirli üst baş, gerçekleşmemiş randevu, sert eleştiriler, dedikodular.  Hayaller soluyor, istekler azalıyor, duygular köreliyor – bir sözle bilincimiz yavaşlıyor ve biz bilinçsizliğe doğru ilerliyoruz, tam bilinçsizlik ölüm olacaktır.
Tek çare deneyimlerimizin biriktirdiği ve bilinçaltında sakladığımız korkulardan ve acılardan kurtulmak. Bunun için acının doğasını incelememiz lazım.Acı nedir? Bu soruya cevap bulmayı bundan sonraki makalede deneyeceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder