28 Şubat 2014 Cuma

+ HAYAT SENARYOSU

                                                  






                                                                                             
            HAYAT SENARYOSU



İnsan hayatının gidişatı dört faktörün bağlantılarından oluşuyor: soydan gelen faktörler (genetik), dış olaylar, senaryo ve özel kararlar.
 Günümüzde birçok davranış biçimlerin ve komplekslerin soydan geldiği kabul edinmiştir ve bu konuda araştırmalar yapan bilim dalı da ortaya çıkmıştır- psikogenetik.  Anne babasız büyümüş çocuklar bile genetik rahatsızlıkları taşıyorlar. Bu özellikler daha çok dedelerden ve baba-annelerden, anneannelerden toruna geçer.
Tranzaktion analizinin yaratıcısı Amerikan psikiyatrisi Eric Berne’nin araştırmaları neticesinde hayat senaryosunun çocuklukta oluşması ortaya çıktı. Hayatımızın her alanında (sevgi, ilişkiler, sağlık, para) farklı senaryo ola bilir. Biz bu senaryoyu bilinçsizce takip ederiz.
Senaryonun esas ayrıntıları bunlardır:
1.Senaryo- hayat planıdır
2.Senaryo finalle biter.
3.İnsan senaryo kararını kendisi verir.
4.Senaryo ebeveynler tarafından desteklenir.
5. Senaryo farkındalığın dışındadır

Peki bu senaryonun kaynağı nedir, hangi temele dayanıyor?
Senaryo çocuğun dünyada tutunması için izlediği stratejinin tezahürüdür.
Senaryo kararları çocuğun duygularına, onun gerçekliği test etme yetisine bağlıdır. Mesela 5-12 ay arasında çocuğun annesinden ayrı kalması onun belli senaryoyu seçmesine iter.
Tüm senaryoları içerliği bakımından ikiye bölmek mümkündür.

Yenen –Amacına ulaşan birisi
Yenilen- Amacına ulaşmamış birisi ( yenilgi çevrede bilinmiyor, yenilgi çevrede müzakire ediliyor, ölüm, ceza evi)
Bunların tam ortası bir durum daha vardır: ne yeniyor ne de kaybediyor.
Eric Berne’nin sözlerine göre: “ Yenen yenildiği zaman ne edeceğini biliyor, fakat söylemiyor(birkaç ihtimali vardır).
Yenilen bilmiyor, fakat hep zaferden konuşuyor.
Yenmeyen bazı zaman başarılı oluyor, bazı zaman başarısız, ama büyük bir şey elde etmiyor, riske giremiyor(sorumluluk almıyor).
Burada çocuğun seçtiği temel hayat pozisyonu da çok önemlidir. Bu pozisyonlardan birisini seçtiğinde tüm senaryoyu ona uygun düzenliyor. Burada iki pozisyon vardır: iyiyim/iyi değilim.
Ben iyiyim-sen iyisin. Bu çok sağlıklı bakış açısıdır. Bu hayati problemlerin çözümünde başkalarıyla etkileşimde olmak demektir.
Ben iyi değilim-sen iyisin. Bu kötümser senaryo üretmek demektir, kendini başkalarından kötü görmektir.
Ben iyiyim, sen iyi değilsin. Bu savunma pozisyonudur, başkalarını küçük görme demektir.
Ben kötüyüm, sen kötüsün. Bu tamamen yıkıcı bir pozisyondur.
Mesela ben iyiyim, sen iyi değilsin bakış açısını kabul etmiş bireyin başkasına hayrı olmaz, o her kesi düşman olarak görür, ve zara vermeye, kısıtlamaya çalışır, ailede despot olur.
Psiko- genetik özelliklerin dışında kişiliğin formalaşmasında dış koşullar ve kendi verdiği kararlar da yer alıyor. Mesela biz çok iyi özellikleri soydan ala biliriz, fakat Kipling’in kahramanı Maugli gibi kurtların içinde büyüyüp kurt ola biliriz.. Ve ya doğuştan olumsuz özelliklere, hastalılara sahip olduğumuz halde çok başarılı ola biliriz. Mesela ünlü fizikçi Stephen Walking gibi.
Dış koşullar bizim gelişimimize, ben iyiyim –sen iyisin konumuna gelip hayattan haz
almaya, dolu dolu yaşamaya neden ola bilirler.
İçimizde var olan düşünceleri ve değerleri hayatımızda yaşarız. Biz dışarıdan yönetildiğimizi, etkilendiğimizi düşündüğümüz halde hayatımızı kontrol edemeyiz. Bazı zaman kafamızda öyle düşünce kirliği ve karışımı olur ki, hayatımıza aynen bu yansıyor. Biz problemi anladığımızda onu çözmeye başlarız. Genelde biz ya problemden kaçarız ,ya da onun üzerine gideriz, burada başka seçeneğimiz de yoktur. Problemden kaçtığımızda biz yine sonunda ayni yere, problem olduğu yere geliriz. Çünkü biz problemi çözmek yerine onun hakkında düşüncelerin etrafında dolaşırız. Mesela, “ben hasta olmak istemiyorum” düşüncesi bizi sağlığa götürmez: bunu söylediğimizde biz “ben hastayım” imgesi yaratıyoruz, daha doğrusu “ben sağlıklı ve güçlü olmak istiyorum” demektir.
Biz hayatta ebedi yaşayacağımız gibi yaşarız. Evet, etrafımızdaki kimseler öle bilir, fakat biz ölmeyiz. Herkesin bir gün öleceği gerçeği sanki bize dokunmuyor gibi hissederiz.
Bronny Beye klinikte ölümcül hastalara uzun yıllar baktıktan sonra böyle bir kitap yazmıştır:” Ölüm döşeğinde olanların beş pişmanlığı”. Hayatlarının son günlerini yaşayan insanlardan onların pişmanlıklarını dinlemiştir ve en çok duyduğu pişmanlıklardan liste oluşturmuştur:

  1. Ben istediğim gibi yaşamaya cesaretim yetmedi, hep başkalarının beklentisinde hareket ettim.
  2. Çok çalıştığıma pişmanım.
  3. Kendi duygularımı ifade edemedim diye çok pişmanım.
  4. Arkadaşlıklarımı kaybettim diye pişmanım.
  5. Kendime daha mutlu olmama izin vermediğim için pişmanım.


Fakat biz değerli okurlarım, hala hayattayız ve her şeyi değiştire biliriz! Sadece değişimi yarına, Pazar ertesine ve ya Yeni yıla ertelemek lazım değil, şimdi, şuan değişime başlayalım!

25 Şubat 2014 Salı

+SİHİRLİ FORMÜL


 


                                                                                     
                                                                                       
       SİHİRLİ FORMÜL
                                    
                    


Kuantum fiziğinin buluşları hayatımızın her alanını etkilemiştir.  Fizik biliminin bu önde gelen bölümü çok önemli bir ezoterik bilgiyi, uzak doğu felsefesinin bakış açısını ispatlıyor. Kuantum fiziğinin bize sunduğu felsefi açılımı kısaca bundan ibarettir: İzleyen izlediği zaman yaratıcı oluyor. O izlediği şeyi yaratıyor. Verner Geyzenberg’in ünlü belirsizlik prensibine dayalı bu teori insanın maddesel dünyayla ilişkisi kurmasında bir sıçrayış yaptı. Fred Volf  “Kuantum sıçrayış” adlı makalesinde bu ilişkiyi böyle nitelendiriyor:
  1. Fiziksel realite izleyici olmayanca yoktur.
  2. İzleyici baktığında realiteyi oluşturuyor.
Biz bir şeye baktığımızda onu yaratıyoruz. Bizim bu olağanüstü özelliğimizi hayatımızın problemlerini çözmekte kullana biliriz. Zaten imge etme, imajine etme işlevlerinin bilimsel açıklaması da burada yatıyor.
Şimdi size   “eritme ve yaratma” formülünü anlatacağım. Burada “eritme” yerine “yok etme” sözünü de kullana biliriz, fakat bu gerçeği anlatmaz diye daha yumuşak bir ifadeyi seçtim.
Bu formülü kullanarak siz kısa zamanda iyi sonuçlar elde ede bilirsiniz. Bu formül ile biz her şeyi yarata biliriz: duyguları, düşünceyi, değerleri, somut şeyleri, arzuları, inançları.
Formül iki basamaktan oluşuyor
1.Çalıştığınız objeyle ve ya duyguyla(düşünceyle) bütünleşme. Objeyi içinize alıp, hissedip onunla özdeşleşiyorsunuz. Sonra bu objenin (duygunun) DIŞINA çıkıyorsunuz
2. Boşluğa adım atıyorsunuz ve burada istediğiniz alternatif objeye ve ya duyguya dikkatinizi yöneltiyorsunuz.
Mesela siz geçmişinizde bir korku yaşadınız, şimdi o sizi rahatsız ediyor. Bu formülle korkudan kurtula bilirsiniz.
      Çalışmada doğru yolu izlemek için kurtulmak istediğiniz duyguyla, objeyle ve ya durumla bir olup onları doğrudan hissetmeniz lazım. İstemediğiniz bir şeyden kurtulmak için, onu kendi dünyanızdan atmak için onu hissedip yaşamanız gerekiyor. Bir objeye, duyguya, görünüşe karşı koymak onu tutmak, güçlendirmek demektir.
Objeni hissetmek ve onunla birleşmek işlemi her kişide farklı şekil ala biliyor. Fakat bu süreç yarım dakikadan fazla olmamalıdır.
Objeyle bütünleştikten sonra onu terk edip boşluğa çıkıyorsunuz. Siz şimdi boşluktasınız. Burada istediğiniz objeyi, durumu, görünüşü yarata bilirsiziniz.
Birinci etapta siz duygularınızı hissettiniz. Şimdi siz duygularınızın enerji alanını yavaşça genişletip  sınırlarını hissedeceksiniz. Bir süre sonra enerji alanının bittiği yerde, onu sınırlarını çizdiğiniz yerde oradan çıkacaksınız. Eski duygunuzun enerji alanı geride kalacaktır ve eriyip yok olacaktır. Siz çalıştığınız duygunun ve ya objenin enerji alanını bir balon şeklinde(ve ya size nasıl gözüktüyse) imgeleye bilirsiniz, sonra siz bu balonu geride bırakıp saf, temiz Boşluğa adım atıyorsunuz. Sonra geride bıraktığınız enerjiyi unutun, dikkatinizi onun karşıtına, istediğiniz şeye yöneltin. Şimdi istediğiniz şeyi imajine edin.
Bu işlemin özeti budur: Siz kurtulmak istediğiniz şeyin enerji potansiyelini hissedip onu genişletiyorsunuz, onun sınırlarını hissettikten sonra onu bırakıyorsunuz.
Ünlü yoga Nisargada Maharac diyor ki,”  Tam bilmediğin şeyden kurtulmak mümkün değildir’.
Formülün çalışma prensibini daha iyi anlamak için sizin bilmeniz gerekiyor ki, var olan her şeyin bir formu vardır. Ve siz Bunu bir varsayım gibi kabul etmelisiniz. Maddesel olmayan şeylere, değerlere siz kendiniz düşüncenizle istediğiniz formu vere bilirsiniz. İmgelediğiniz formu genişletip onun sınırlarının bittiği yerden Boşluğa çıkmalısınız. Burada ise, istediğiniz şeyi istediğiniz şekilde var etmekte özgürsünüz.
Umarım bu kısa, fakat etkili teknik size problemlerinizden kurtulmaya yardımcı olur

24 Şubat 2014 Pazartesi

+ L. RON HABBARD










L. RON HABBARD (1911-1986)

 Bütün zamanların en çok okunan ve ilgi gören yazarlarından biri olan L. Ron Habbart  Scientology ve Dianestika’nın yaratıcısıdır. Dünyada en çok yabancı dilde eseri olarak
Guiness Rekorlar kitabına girmiştir. 1984 basılı eser sahibi olarak bir başka dalda Guiness
Rekorunu elde bulundurmaktadır.
Ron Habbard’ın  söylediğine göre bir insanın anlamlı hayat yaşamasını öğrenmek
için ona sadece iki soru sormak gerekir:” O istediği şeyi yapa bildi mi? Onun hayatta olmasından mutluluk duyan birileri var mı? “
  Bu soruyu Habbardın kendisine yöneltsek, birinci soruya cevap onun yazdıkları kitaplar ve araştırmalar olur. İkinci soruya cevap ise yüz binlerce insan hayatının iyiye değişmesidir.
Habbard rengarenk ve hareketli yaşam sürdürmüştür, hayatın bir çok alanında başarı sergilemiştir. Dünya onu Scientology ve Dianestika” gibi ruhsal gelişim akımlarının yaratıcısı gibi tanısa da, onun bilim kurgu hikayeleri ve romanları da çağımızda en çok okunan eserlerin sırasındadırlar. “Dövüş alanı –Yer Küresi”( Battlefield  Earth ),Korku ( Fear),
Misyon-Yer Küresi ( Mission Earth)- bu kitablar zamanının bestselleri olmuşlar.
On yaşlarında tayfa yamağı gibi gemiye ayak basmış Habbard 30 yaşlarında kaptan olmuştur ve gemiyi bir de 71 yaşında terk etmiştir. O hayatının çok bölümünü uzak seyahatlerde geçirmiş, Çin, Tibet,Hindistan ,Afrika’yı dolaşmıştır. Fotoğrafçılığı da severdi, onun fotoğrafları “Nacional Geografy” dergisinde çıkmıştır, fotoğraf sergileri düzenlemiştir.
Ron Habbard çalışma odasına çekilip ve ya tenhalıkta ruhsal gelişim metotlarını geliştirmemiştir. Tam tersi aktif hayat sürdürmüştür. O yazıyor ki “ Hayatı gerçekten öğrenmek için onun parçası olmalısın, tam derinliklere dalıp onu izlemelisin”.
Onun ruhsal alemle tanışlığı Montana eyaletinin  Helena şehrindeki yerli Kızılderili kabilesiyle arkadaşlıkla başlamıştır. Kabilenin şamanı Koça Tom ile 6 yaşındaki Ron yakın arkadaşlığı olmuştur, hatta Ron’u Kızılderililerin  kan kardeşi yapmışlar.
Yirmi sene araştırmalar sırasında bir çok halk ve kültürle yakından tanık olmuştur. İnsan hayat gücünün arayışında aborijenlerin ve kabilelerin hayatını yakından öğrenmiştir.(Afrika’da, Karip adalarında, Kuzey Amerikada).
Ruhsal ve felsefi araştırmalarının sonucunda “Ekskalibur” adında ilk kitabı 1938 senesinde çıkmıştır. Bundan sonra 1945 da basılmış “Dianetika: ilk tezler“ adında kitabı da 16 senelik araştırmalardan doğmuş eserdir. Bu eserde sunduğu ruhsal teknik büyük yankı gördü. Dianetika metodunu Habbard 300 kişinin üzerinde deney yapıp güzel sonuçlar aldıktan sonra ortaya koymuştur. Bu eser  elyazması şeklinde bile bir çok psikoterapisin ilgisi çekmiş ve kullanılmıştır. Dianetika- dünyanın en çok ilgisini çeken insan bilinci hakkında yazılmış kitaptır.
Tabi bilimde bu bir sıçrayış, bir basamak idi. Dianetika  kitabı ilk çıktığı günde 50000 adet satılmıştır.. Kitapçılar artan talebe yetişemiyorlardı. Metodun sonuçları şaşırtıcıydı ve insanlar onu kullanmaya başladılar. Amerika şehirlerinde Dianetika merkezleri kuruldu, yeni teknikleri öğrenmek için gruplar oluştu.
Birkaç yıl sonra Habbard Scientology adında akım yarattı, onun ölümünden sonra bu artık dini akıma dönüştü. Scientology’ nin özü -soru sorarak, hiçbir değer ve yargıda bulunmadan, hastaya kendisinin kendi ıstırabının bilinmeyen kaynağını bulmakta yardımcı olmaktır.
  Habbard çeşitli konularda çözüm önerileri bulmuştur: eğitim teknolojileri, suçluların ıslahı, iş organizasyonu, uyuşturucu ile mücadele. Bu önerileri hayat geçirmek için birçok girişimlerde bulunmuştur ve çalıştığı alanlarda gözle görülür gelişmeler ve sonuçlar bırakmıştır.

Habbard bu sözleri tekrarlamayı severdi; “Biz biraz daha bilgili ve anlayışlı olsaydık, daha mutlu yaşardık”

22 Şubat 2014 Cumartesi

+ SEDON-DUYGULARI BIRAKMA METODU (2)


                                                                 
                                                                                             






     Sedon -  Duyguları bırakma metodu ( 2 )







 Lester Levinson’un geliştirdiği duyguları bırakma metoduyla sizi yakından tanıştırmayı devam ediyorum. Burada yazdıklarım önceki blogun devamıdır.
DÖRDÜNCÜ ADIM: Kendi duygularınızı hissedin. Seçtiğiniz problemin sizde oluşturduğu duyguyu ortaya çıkarıp tam köküne kadar izledikten sonra duygunuzu yaşamaya başlayın. DUYGUNUZU HİSSEDİN: duygular tüm bedeninizi ve beyninizi, tüm enerji alanınızı doldursunlar.
Eğer onun adı “dert” ve “bela” idiyse, siz ağlaya bilirsiniz.
Çalıştığınız duygu öfkeyse, siz bedeninizde gerginlik hissedersiniz, kalp atışlarınız hızlanır.
Bu iyi bir gelişimdir-siz duygularınızı yaşadınız.
BEŞİNCİ ADIM: Yapa bilir misiniz ?
Şimdi siz hayatınızın problemli bölümüne dair duygularınızı açığa çıkardınız, onları yaşadınız. Kendinize bu soruyu sorma zamanı geldi: Ben bu duyguyu bıraka bilir miyim?
Başka değişle hem fiziksel ve hem duygusal anlamda siz bu hislere sizi terk etmelerine izin vere bilir misiniz?
Bunu düşünün.
Kendi derin benliğinizin  ve bu duyguları şimdi hisseden “benin” arasında farkı algılamaya çalışın.
S,z bu duyguları bir enerji akışı gibi hissede bilirsiniz, bu enerji sizin bedeniniz olan yerdedir, fakat bu sizin bedeniniz değildir.
Ve ya bu duygular sizin gerçek üst benliğinizin dışında bir gölgedir.
Öyle ve ya böyle siz bir zaman sonra siz aydın şekilde hissedeceksiniz ki, bu duygular gerçek anlamda sizin duygularınız değiller.
Ve siz kendi “ben” ve duyguların arasında farkı hissettiğinizde bu duyguları bıraka bileceğinizin kanaatine varacaksınız. Onların gitmesine henüz hazır olmadığınızda bir süre yine onları hissetmeyi devam edin.
Sonunda öyle bir noktaya geleceksiniz ki, kendinize bunu diye bileceksiniz: Evet ben bu duyguyu bıraka bilirim.
ALTINCI ADIM: Onları bırakacak mısınız?
Eğer siz onları bıraka bilseniz, kendinize bunu soracaksınız:Ben bu duyguları bırakacak mıyım?
Yine düşünün. Bazen tam duyguları bıraka bileceğimiz an biz onlara yeniden sarılmayı seçeriz. Siz kendinizde böyle düşünceni izleye bilirsiniz:”Hayır, ben şimdi hissettiklerimden kurtulmak yerine duygularımı saklamayı tercih ediyorum”
Böyle olduysa, yine hissettiklerini yaşamaya devam edin. Bir süre sonra yine öyle noktaya geleceksiniz ki, kendinize dürüstçe bunu söyleye bilesiniz: Evet, ben bu duyguları bırakmak isterim.
YEDİNCİ ADIM: Ne zaman? Siz duyguları bırakmak istediğinizde bu soruyu soracaksınız:
Ne zaman?
Yukarıda gördüğümüz sürecin sonunda yine bir noktada kendinize söylersiniz: Ben bu duyguları şimdi bırakmak isterdim.
SEKİZİNCİ ADIM: KURTULUŞ. Ne zaman ki kendinize “şimdi” söylediniz, duyguları bırakın. Sadece onları bırakın gitsinler.
Gerçekten onları bıraktığınızda duygusal ve fiziksel özgürlüğü, kurtuluşu hissedersiniz.
 Siz kahkahaya boğula bilirsiniz.
Siz omuzlarınızdan büyük yükün kalktığını hissedersiniz.
Siz soğuk dalganın bedeninizde geçtiğini hissedersiniz.
Bu o demektir ki bu duyguların sıkıştırdığı enerji özgür kalmıştır ve sizin hizmetinizdedir.
DOKUZUNCU ADIM: TEKRARLAMA. Ne zaman.
Duyguları bıraktıktan sonra siz kendinizi kontrol etmek isteye bilirsiniz. Siz şimdi duyguları hissediyor musunuz? Hala bir duyguların olduğunu hissettiğinizde tüm işlevi yeniden yapın.
Genelde kurtuluş bir vananın açılmasına benzer. Siz birilerini bıraktınız, başkaları geldi.
Bazı duygularımız öyle derinde yatıyorlar ki, onların çıkması birkaç çalışma ister.

Duygulardan kurtulma pratiğini yapmaya devam edin, ta ki içinizde hiçbir duygu belirtisinin bulunmayacağına  kadar.

21 Şubat 2014 Cuma

+DUYGULARI BIRAKMA METODU





 
 Duyguları  bırakma metodu

  Değerli okurlarım, geçen blogumda sizi Lester Levenson’un  yarattığı Sedon sistemiyle tanıştırmıştım. Şimdi bu tekniği size daha ayrıntılı şekilde anlatacağım ki, onu kendiniz için kolayca kullana bilesiniz.
Genelde insanın duygularıyla ilişkisi üç yönde gelişir: bastırmak, ifade etmek ve kaçmak.
BASTIRMAK- bu bizim kullandığımız en zararlı yoldur. Bastırılmış duygular içimizde birikirler, çoğalırlar ve endişeye, depresyona yol açarlar. Bastırılmış duygular karma mekanizmasını harekete geçirir, onlar bizim hayatımızı hoşlanmadığımız şekilde yönetmeye başlarlar. Bastırılmış duygu eninde sonunda bize hakim olur ve bir program şeklini alır. Program harekete geçtiğinde biz onu durduramayız ve o duygunu çağrıştıran olayları ve durumları yaşarız.
İFADE ETMEK- bu bir nevi hafiflemedir. Patladığımızda, duygumuzu açık ifade ettiğimizde, sabrımız taştığında biz yığılmış duyguların yükünü hafifletiriz. Kendimizi iyi hissedebiliriz, çünkü enerji harekete geçmiştir. Fakat bu o demek değildir ki, biz duygumuzdan kurtulduk, bu geçici bir rahatlıktır. Ve hem bizim açık duygularımızı ifade etmemiz, agresif davranmamız karşı tarafı olumsuz etkiler, biz birine zarar vere biliriz, sonra da suçluluk çekeriz.
KAÇMAK- biz duygularımızdan kaçmayı da yeğleriz, dikkatimizi başka şeylere yöneltiriz: yemeğe, alkole, sohbete, televizyona, sigaraya, uyuşturucuya, filme, sekse. Duygular içimizdedir, biz sadece onları görmezden gelmeye çalışıyoruz, fakat biz onları yok saydığımızda maalesef onlar yok olmuyorlar. Kaçmak aslinde bastırmanın bir başka yoludur.
Bildiğimiz gibi duygu kayıtları organizmada enerji sıkışmaları şeklinde farklı yerlerde, organlarda yer alıyorlar. Organizmamızın her hücresinin beynimizde yansıması vardır, her gerginlik beyinde gergin alan yaratıyor. Gergin alan çok olduğunda beyinin özgür çalışmasına daha az enerji kalıyor. Bundan dolayı enerji blokajlarından, duygusal kayıtlardan kurtulmuş insan işinde ve hayatında daha başarılı olmaya başlıyor.
Duyguları özgürleştirme tekniğinin uzun yıllar pratik çalışmaların sonuçlarıyla kendini doğrulamıştır.
Bu tekniğin önemli özelliği birikim yapmaktır. Her seferinde bir duyguyu bıraktığınızda özgür kalmış enerjiyi hissedersiniz, düşünceniz berraklaşır, davranışlarınız daha çevik ve mantıklı olur. Zaman içinde daha çok enerjiyi serbest bıraktığınızda siz artık öyle huzur ve dengeye gelirsiniz, ki kimse sizin yaşam sevincinizi, huzurunuzu bozamaz.
Bu çalışmaların sizi duygusuz kukla yapacağını hiç aklınıza getirmeyin. Tam tersi- siz dünyayı çocuksu algılayışla, saf ve mükemmel görmeye başlarsınız.
Üç hafta disiplinli çalışma bu metodu otomatik moda getirir. İleride sizin bir duygunuzu görmek ondan kurtulmak için yeterli olacaktır.

BİRİNCİ ADIM: ODAKLANMAK.
İlk başta hayatınızın bir bölümüne odaklanmanız gerekecektir, ilk başta neyi hal etmek istersiniz?
Belki bu sevdiğiniz kişiyle ilişkinizdir, evlatlarınızla, anne babanızla, sizin işinizle, hayatınızla, sağlığınızla ve ya korkunuzla bağlı ola bilir.
Seçtiğiniz neyse, ona odaklanın. Bu soruyu sorun kendinize: Şimdi ben ne hissediyorum? Hangi duyguları hissediyorum?
Kısaca gevşeyip ve odaklanıp hangi problemle çalışmak istediğinizi ortaya çıkarırsınız.
İlk adımın özü budur- probleminizi bulup ortaya koymaktır.
İKİNCİ ADIM: HİSSETMEK
Şimdi hangi problemle çalışacağınızı bildiğinizde onunla ilgili duygularınızı belirleyeceksiniz. Kendinize sorun:
BEN ŞİMDİ NE HİSSEDİYORUM?
Lester Levinson tüm duyguları kategorize etmiştir ve onun listesinde 9  duygu çeşidi bulunuyor. Şimdi size bu listeyi getiriyorum. Onu dikkatle inceleyin, çünkü hangi duyguyu hissettiğinizi belirlemekte size yardımcı ola bilir.
İLGİSİZLİK. Bir çok duygu ve his ilgisizliğin beraberinde yaşanır. Ne hissettiğimizi sorunca biz bu sözleri kullana biliriz: Sıkılma, kendini önemsiz hissetme, hayal kırıklığı, unutulma, faydasız olma, kararsızlık, tembellik, kaybolunmuşluk, kaybetme, takılma, yorgunluk, yenik düşme, ret etme, umutsuzluk, karşı koymama, kabul etme, dalgınlık, dikkatsizlik, kendini küçük görme.
Levinson’a göre bunların hepsi ilgisizliğin, durağanlığın yansımalarıdır.
DERT. Burada biz bu sözleri kullana biliriz: terk edilme, suçluluk, incinmek, ıstırap, utanç, ihanet, çaresizlik, kaybetme, perişan olma, yıkım, koparmak, özlem, anlaşamazlık, vicdan azabı, keder, dışlanma, pişmanlık, kendine acıma duygusu.
Korku. Korkunun farklı tezahür formları :endişe, tasa, ihtiyatlı olma, kuşku, korkaklık, panik, gerginlik, çekingenlik, sahne korkusu, kapana sıkışmak, mahcubiyet, sinirlilik.
TUTKU. Bu “ben istiyorum” duygusudur. Biz bunları hissede biliriz: Güçlü istek, arzulama,  beklenti, ihtiyaç, arayış, yönetilme, cimrilik, boşluk, sabırsızlık, baskı, acımasızlık, hırs, kin,  bencillik, kıskançlık.
ÖFKE. Biz bunları hissederiz: agresiflik, sinirlilik, argümanlık, meydan okumak, çağırmak, talep etmek, nefret, delirmek, kıskançlık, önemsemek, hiddet, köpürme, isyan, kabalık, direnmek, inatçılık, öç alma, küstahlık.
GURUR- Bunları hissederiz: özel olma duygusu, üstünlük, küçümseme, aşağılamak, eleştirme, yargılama, affetmeme, kibir, şöhret düşkünlüğü, kınama, mahkum etmek, övünme, kendini beğenmişlik.
CESURLUK- Burada bu duygular ortaya çıkarlar: girişimcilik, maceracılık, canlılık, eminlik, yaratıcılık, kararlılık, dinamiklik, mutluluk, pozitif olma, sevgi, atılganlık, cesaret, yüreklilik, değişmezlik, güç.

KABULLENİŞ- Bunları hissede biliriz: denge, empati, hoşgörülük, sevinç, sevgi,anlayış, coşku, haz, hoşnutluk, arkadaşlık, yakınlık, hayranlık.
SULH-Biz özgürlük, huzur, kusursuzluk, mükemmellik, bütünlük saflık hissederiz.

ÜÇÜNCÜ ADIM: Duyguları özdeştirme,
Şimdi elinizdeki listenin yardımıyla ne hissettiğinizi belirleyin.
Kendinizi duygulara açın, duygunuzu bedeninizin hangi noktasında hissediyorsunuz?
Kalp atışları mı hızlandı? Göksünüz mü sıkıştı? Ve ya karın bölgesinde gerginlik hissettiniz?
Fiziksel belirtileri fark ettiğinizde onlara odaklanın ve duygularınızı öğrenmek için çıkış noktaları yapın.
Hangi söz aklınıza geldi?
Bir söz yüze çıktığında onun hangi gruba dahil olduğuna bakın.
Levinson çalışmalar sırasında gördü ki duygudan kurtulma onun net ve duru şekilde algıladığımızda, onun bu 9 söz kategorisinin birisine tekabül ettiğinde daha kolay oluyor.
Mesela, bazı problemlerinize odaklandığınızda sizin duygunuz “endişe”  diye karara gele bilirsiniz. Siz endişeni ve kararsızlığınızı bıraktığınızda kendinizi iyi hissedersiniz. Fakat bu duyguyu daha derinde izlediğinizde onun Korku kategorisine ait olduğunu görürsünüz.
Korkunuzu bıraktığınızda sonuç çok daha güçlü ve kullanışlı olacaktır. Bu problemi kökünden çözmek anlamına geliyor. (devamı var)

Değerli okurum, bu önemli çalışmanın -Sedon tekniğinin- kalan 6 adımını bundan sonraki makalemde size anlatmaya çalışacağım.



20 Şubat 2014 Perşembe

+ SEDON SİSTEMİ


 
                      








   Lester Levinson ve  Sedon sistemi


Sedonun özgürleşme  sistemi dünya yaşantımızda  negatif duyguları silmeye yönelik ilk tekniklerden biridir.
Sedondan özgürleşme tekniğini Lester Levenson 1952 senesinde geliştirmiştir.
Lester Levenson( 1910-1994) iki kalp krizinden sonra bir yığın başka hastalıklarla doktor tarafından evine gönderilmişti. Doktorlar ona yaklaşık üç ay ömrü kaldığını söylemişlerdi. Levinson fizikçi ve iş adamıydı ,42 yaşındaydı ve ölmeyi istemiyordu. Uzun geceler ve günler hasta yatağında o hayatını gözden geçirmeye başladı. Ben kimim ve neden buradayım? Sorusuna cevap arıyordu. Levinson kendine söyledi ki, bu soruya cevap bulmadan asla ölmeyecektir. Üç ay içsel çalışmaların ve ruhsal arayışların sonucunda o kendi için iki gerçeği buldu. Bu gerçekler onun hayatını kurtardılar, kendi duygularıyla çalışarak o tamamaen iyileşti ve doktorların hayretine ayağa kalktı. Aydın oldu ki, 42 yaş onun ömrünün tam ortasıydı, çünkü Levinson  bundan sonra 42 sene yine yaşadı ve 84 yaşında vefat etti. Levinson iyileşmekle kalmayıp bundan sonraki hayatında mutlu ve başarılı oldu:o milyoner oldu ve kendi sistemini başkalarına öğretmek için Sedon enstitünü kurdu.
Peki Levenson'un bulduğu gerçekler neydi?
Lester ilk insanlardan biriydi ki, kendi hastalıklarından duygularının sorumlu olduğunu gördü.  O anladı ki ne başka insanlar, ne de onun kuşatan dünya onun hastalıklarından ve problemlerinden sorumludur. Ve hatta kader burada suçlu değildir.
Bunu bir içsel patlayışla, derin ruhsal aydınlanmayla anladığında kendi değişine göre üzerinden sanki bir yük kalktı. Demek ki, kimse bana bir şey yapmadı, bunların hepsini ben kendim yaptım! O zaman kimseden küsmeye, kimseye kırılmaya hakkım yoktur. Ben kendim bunları yaptımsa, ben de düzelte bilirim-dedi.
Kendi metodunun temelini Levenson bu sözlerle ifade etti: Mutluluğun sırrı yığılmış negatif duygulardan kurtulmadadır. Onları bıraktığınızda siz hayatınızda mutluluğu çoğaltmayla yetinmeyip tüm hayatınızı değiştire bilirsiniz. Maddi durumunuzu, sağlığınızı, görünüşünüzü, insanlarla ilişkinizi-her şeyi!”
Duygular bizim hayat deneyimimizin esasını teşkil ediyorlar. Negatif duygular bizi strese sokuyorlar. Bu duygular bizde benzer düşünceleri uyandırıyorlar, düşünceler ise davranışları doğuruyor. Bu durumda üç seçim vardır: negatif duyguları bastırmak, onları ifade etmek ve ya onları bırakmak. Çoğunlukta biz duyguları bastırıyoruz. Biz onlardan kaçıyoruz, biz onları gizliyoruz- ama bu bizim yapabileceğimizin en kötüsüdür.
Yer değiştirmek, yeni insanlar, sigara ,içki, uyuşturucu ve ya fazla çalışmak –bunların hepsi kendinden kaçıştın,kendi duygularımızdan.
Negatif duygunun başka çıkış yolu-bağırmak, ağlamak, başkalarına agresif davranışta bulunmaktır. Bazı psikoterapi metotları negatif duyguların ifade edilmesinden yanadır, fakat başkalarına agresif davranışlar bize de zarar verir. Bu bizim ilişkilerimizi zedeler, suçluluk duygusu ortaya çıkar ve o da negatif duyguları pekiştirir-tam kısır döngü yaranır.
Bağırıp çağırarak ve ya başkalarına agresif davranarak biz problemlerimizi çözemiyoruz. Bu yolda negatif duyguların bir kısmı yine içimizde kalır ve bizim sağlığımızı, yaşantımızı etkiler.
Bizim duygularımız inançlarımızdan doğarlar ve yargı değerlerimize bağlılar, onlar bizim varoluşumuzun ve ilişkilerimizin temelidirler. Duygular bizim bu hayatta deneyimlerimizle bağlayıcı halkadır ve geçmiş hayatımızla ayni şekilde bağlantılılar. Her ikisini de biz bastırıyoruz, fakat onlar karmik dersler olarak karşımıza çıkarlar, bize geçmemiz gereken durumları,olayları  yaratırlar, karşımıza gerekli kişileri çıkarırlar.
Sedon metodu bize bizi kısıtlayan duygularımızdan kurtulmaya yardımcı oluyor. Bu negatif düşüncelerin esas sebebini arayıp ortaya çıkarmakla oluyor. Böyle bir misalde bunu izleyelim:
Kendinizi tutup içinize kapandığınızda sizinle çalışan eğitmen size söylüyor:
Bu kalemi alın.Siz kalemi alıyorsunuz. Sonra o size soruyor: Bana kalemi vere bilirsiniz? Siz ona kalemi verdiğinizde o sizin bir şeyden ne kadar kolay kurtula bildiğinize dikkat çekiyor. Sonra benzer şekilde duygulardan arınma süreci başlıyor:
Duygunuzu şimdi hissedin
Onu bırakmak istiyor musunuz?
Siz onu şimdi bırakmak istiyorsunuz
O zaman şimdi onu bırakın.
Bu teknik negatif duygular taşıyan ve onlardan kurtulmak isteyen için geçerlidir.
Tüm bizim negatif duygularımız kaynağı başkalarını kontrol etmekle ve ya bulunduğumuz durumu kontrol etmekle bağlıdır. Levenson uzun yıllar pratik çalışmaların sonucunda böyle kanaate geldi: negatif duyguların altında sevgi arzusu ve kendine dikkat çekme isteği yatıyor, dünyada var olma isteği ve dış dünyayı kontrol etme çabası…
Sedon metodunu özgür kalma tekniği adı verilmiştir. Gördüğünüz gibi o çok basit gözüküyor. Siz bir problem yaşadığınızda kendinize sadece 4 soru soruyorsunuz:
Ben bunu kabul etmeye hazır mıyım?
Ben onu bırakmaya hazırmıyım?
Ben onu bırakıyor muyum?
Ne zaman bırakacağım?
Ve siz kendi sorunuzu bırakıyorsunuz, onunla ilgili duygularınız bırakıyorsunuz.
Lesterin en çok sevdiği söz: İmkansız da mümkün oluyor ondan kurtulduğunda

19 Şubat 2014 Çarşamba

+ Arzunun gücü-SEVGİ

                                                                                   
                         

                                                            Arzunun gücü-SEVGİ


Bir şeyi arzuladığımızda, istediğimizde ona odaklanıp başka şeyleri arka planda tutmamız gerekiyor. Siz istediğiniz şeye aşık olmalısınız, onu düşünmelisiniz Mesela bir genç adam nasıl kıza aşık olup onunla evlenmek istediği gibi. Bu o demek değil ki tüm dünyayı unutup istediğiniz şeyin manyağı olasınız. Sadece arzunuz sizin için her şeyden önemli olmalıdır. Asık olmuş genç etrafına ışık saçar, hoşgörülü olur, kendi sorumluluklarını yapar, mutlu ve sevinçli olur, ama hep sevgilisini düşünür ve ona gereken koşulları yaratmak ister. Ne söylemek istediğimi anladınız mı? Siz tüm samimiyetinizle, kalbinizle istediğiniz şeye aşık olmalısınız.
Bu flört değil, geçici sevda değil: bugün var, yarın ise yoktur. Hayır, bu modası geçmiş romantik aşk olmalıdır, nasıl seven genç sevgilisinin evinin etrafında uyumadan önce dolaşır, o emin olmalıdır ki, ev yerindedir ve kız da oradadır.
Bir şeyi istediğinizde ona karşı iyi duygular içinde olmalısınız. Şans kıskançtır, insandan özveri ister, siz başka güzellerle konuşmaya başlasanız, size sırtını çevirir.
Düşüncenin gücü ne kadar yoğun olursa düşünce kadar iyi çalışır. En güzel düşüncelerinizi  arzunuza yöneltmelisiniz.
Kendi işini seven hep işini düşünür ve karşılığında yüz bir plan doğar onun için, bunlardan birisi onun mutlaka işine gelir.
Unutmamak gerekiyor ki bizim bilinçaltımız esas arzumuza ve isteğimize odaklanmıştır. O olanları kaydediyor, planlar yapıyor ve planların birisini size attığında siz bunun dışarıdan geldiğine inanırsınız ve sevinirsiniz. Ama düşünce gücünüz yayıldığında ve net olmadığında ,bilinçaltı ne istediğinizi bilemez. Ve sizi esas yardımcınızdan ve kaynağınızdan kopmuş olursunuz. Ve bilinçli plan yapmak istediğinizde başarılı olamazsınız. Bilinci çok şeyle uğraşan kişinin düşüncesi gerekli çekim gücünü oluşturamaz ve harekete geçirmez. Böyle birisi istediği şey için insanları, olayları, eşyaları kendi hayatına çekmekte aciz kalır. Ona yardım edecek birilerinin de çekim akımına giremezler. Olumlamalrın çalışma mekanizması da bilinçaltının bu özelliğine dayalıdır: Siz ona tekrarladığınız net ifadelerle ne istediğinizi beyan ediyorsunuz.
Bir nedenlerle kendi temel yolumuzdan saptığımız zaman, odağımızla ilgili olmayan şeyleri düşündüğümüzde, işlerimiz iyi gitmez, hüsrana uğraya biliriz. Yine kendi yolunuzda düşüncelerinizi topladığınız zaman işleriniz düzelir. Fikirlerinizin sapmasına, genel maksattan ayrılmasına izin vermeyin, kendinizi boş şeylerle oyalamayın.
Şansınızı yükseltin- istediğiniz şeyi sevin ve onu düşünün.
Sevgi tüm varoluşun temelidir. Bitkilerin suya duydukları sevgisi onların köklerini toprağın içinde sevdiklerini bulana kadar uzamaya itiyor. Çiçeğin güneşe sevgisi onu güneşe doğru yükselmeye mecbur ediyor.
Bizim arzumuz Evrensel Yaşam Sevgisinin tezahürüdür. İstediğiniz şeyi sevin – sadece sözgelişi kullanılmış güzel ifade değildir. arzunuz olsun.
İstediğinizi ne kadar çok sevseniz o denli güçle onu kendinize çekersiniz.
 Burada başka önemli bir husus daha var. Bir süreç için sadece bir sevginiz olsun.

18 Şubat 2014 Salı

+YOGA RAMACHARA VE TELKİNİN GÜCÜ








         Yoga Ramachara ve telkinin gücü

                                                                                       


                                                                 

   Bundan önce yazdığım makalede size anlattığım Emile Coue’nin telkin çalışmalarını daha sonra William Walker Atkinson geliştirip ileri götürmüştür.
Hukukçu ve iş adamı Atkinson (1862-1932) ruhsal öğretilere büyük ilgi göstermiştir.Doğu felsefesini ve Yogayı öğrenip bu konuda Batı insanının faydalanması için birçok kitap yazmıştır. Bize yüzden fazla kitap miras bırakmış Atkinson genelde  Yoga Ramachara takma adıyla eserlerini imzalamıştır.
Kişisel gelişim ve psikiyatriyle de ilgilenen Atkinson telkin metodunu da çalışmıştır.
Pratik çalışmalar gösterdi ki, Atkinson’un sistemi daha hızlı sonuçlar veriyor. Atkinson telkinleri iki basamakta yapmayı öneriyor. Onun düşüncesine göre insanın ruhsal dünyası dış ve iç etkinlerden oluşuyor. Bundan dolayı onun sunduğu telkin çalışmalarının iki basamağı vardır. Birinci basamakta Coue’nin sunduğu kendine telkin çalışmaları yer alıyor. İkinci basamakta ise deney kendini karşısında koltukta oturduğunu imajine ediyor ve kendisine başkasına davrandığı gibi davranıyor. Mesela kendine böyle telkin vere bilirsiniz: ben kendime güveniyorum. Ben kendime güveniyorum . Daha sonra kendinizi karşıda otururken hayal ederek kendinize bir başkasına telkin verirmiş gibi söylüyorsunuz: “Sen kendine güveniyorsun,” “Sen, (kendi isminizi söyleye bilirsiniz) kendine güveniyorsun.”Sade telkinden bu çok daha etkili oluyor.
Telkinin etkili olduğunu ve nasıl çalıştığını anlamak için düşüncenin doğasını ve gücünü anlamamız lazım. Atkin düşünceyle ilgili ciddi çalışmalar yapan ilk düşünürlerden biri olduğunu söyleye biliriz. Onun bu konuda yazdığı eserler günümüzde de büyük ilgi çekiyor.
 Atkinson’nun “Düşüncenin gücü” ve “ Çekim yasası ve düşüncenin gücü” (1906) kitapları internette izleme rekorlarını kırmış ve sonra kitap şeklinde çıkmış Dan “Sekret” filminin esas kaynağı olduğunu da söylemek lazım.
Atkinson diyor ki, nasıl atomlar bir birilerine çekilerek madde oluşturuyorlarsa, nasıl Yer küresi çekim gücüyle üzerine her şeyi çekiyor, Evrende çekim gücü dünyaları kendi çemberinde dönerek tutuyor, bu çekim yasası bizim hayatımızı da yaratıyor. Biz istediğimiz ve istemediğimiz her şeyi kendimize çekeriz.
Biz düşüncenin enerji olduğunu anladığımızda, onun çekim gücüne sahip olduğunu da kabul etmek zorundayız. Biz düşüncenin gücünü anladığımızda hayatımızda baş veren olayların karşısında “neden?” sorusuna da cevap vere biliriz. Düşünce dünyasında büyük çekim yasası çalışıyor. Fiziksel dünyada güçlü mıknatıs 100 kiloluk demiri kolaylıkla çeker ve tutar. Biz onu çeken gücü göremeyiz, ona dokunamayız, koklayıp duyamayız. Ama bunlara rağmen bu güç vardır ve çalışıyor. Aynen düşünce enerjisinin frekanslarını algılamakta zorluk çekeriz,  fakat öyle insanlar var ki, düşüncenin titreşimlerini hissederler. Siz de büyük olasılık hayatınızda karşı tarafın düşüncelerini hissetmişsiniz, bilmişsiniz, sadece buna fazla odaklanmamışsınız. Mesela, ben konuştuğum kişinin düşüncelerini hissediyorum, onların dalga şeklinde bana geldiğini seziyorum. Telepati olayları da düşüncenin bu özelliğine bağlıdır.
Ben birçok makalemde düşüncenin maddesel özelliğinden konuştum. Biz düşüncelerimizle kendi gerçekliğimizi yarattığımızı söyledim. Bunlar 19 asrın sonlarında ileri sürülmüş teorilerdir, fakat günümüzde teori olmaktan çıkmışlar, düşünce enerjisinin maddeye dönüşme özelliği artık ispatlanmıştır ve geniş şekilde kullanılıyor.
Nasıl ışın, ısının, elektriğin titreşimleri vardır, aynen düşünce enerjisi de frekanslara sahiptir. Biz düşüncenin bu muhteşem özelliğini kabul edip anladığımızda gerçekten hayatımızda onun gücünü kullana biliriz.
Biz daima güçlü ve ya zayıf düşünce enerjisini üretip ışınlıyoruz. Bizim düşüncelerimiz bizi ve çevremizi etkiliyor ve daha da önemlisi onların çekim gücü vardır. Onlar bize başkalarının düşüncelerini, olayları, insanları, eşyaları, “şansı” çeke biliyorlar. Sevgi düşüncesi bize başkalarının sevgisini ve buna dair insanları ve olayları çeker. Nefret ve kin içeren düşünceler başkalarının bu içerlikte olan düşüncelerini çeker ve hayatımıza olumsuzluklar girer.
Düşünce dünyasında benzer benzeri çekiyor. Burada neyi ekersen onu da biçersen ilkesi çalışıyor. Biz bunu gerçekten hayat kılavuzu yapıp kullansak hayatımızda büyük değişikler yaparız, yaşamımız kolaylaşır. Bir kadın ve ya erkek sevgi dolu olduğunda her yerde sevgiyi görürler ve kendilerine başkalarının sevgisini çekerler. Nefret dolu insanlar ise nefreti çekerler üzerilerine. Çekim yasasını bildiğinizde göreceksiniz ki, bazıları kendileri kendilerine engelleri çekerler.
Atkinson yazıyor ki, “düşünce dünyasında çekim yasasını kavramış insan artık hayat okyanusunda tufanların oyuncağı olmaktan çıkar.”

Psişik enerji alanının özüne has yasaları vardır ve bizim bunları öğrenmemiz gerekiyor.

16 Şubat 2014 Pazar

+ EMİLE COUE'NİN TELKİN METODU

                                                                       
                                                                                 

               Emile Coue'nin telkin metodu

                                                                                       






 Kendine bir duyguyu ya düşünceyi aşılama ve ya telkin etme formülü insan psikolojisini ve hayatını değiştirme yolunda atılan ilk adımlardan biridir.
“Her geçen gün ben her yönden daha ve daha da iyi oluyorum”. Bu ünlü telkinin yaratıcısı Emile Coue olmuştur. Telkinler ondan önce kullanılıyordu, fakat Emile Coue  bu metodu sisteme dönüştüre bildi. Emile Coue (18570 1926) Fransız asilli psikolog ve eczaneci telkine dayalı psikoterapi ve kişisel gelişim metodunu geliştirmiştir. Birkaç sene pratik çalışmalar ve deneyimlerden sonra elde etmiş bilgileri  “ Bilinçli telkinlerle kendini yönetme “ kitabında okurlara sunmuştur. Bu kitap dünyada büyük ilgi ve merakla karşılandı. Binlerce kişi kitaptan faydalanarak duygusal bozuklukları ve kişisel problemleri iyileştirdiler. Coue diyordu ki, dış koşullar yoktur, bizim inançlarımız ve değerlerimiz vardır, telkinlerin istikrarlı kullanımı ile biz istediğimiz durumu ve içsel hali yarata biliriz.
Esperili, dinamik yapıya sahip olan  Coue kendi çalışmaları hakkında komik anekdotlar da söylemiştir. Bunlardan birisini sizinle paylaşmak istiyorum.
 Coue  sahibi olduğu klinikte binlerce insanı psikolojik hastalıklardan telkinlerle iyileştirmişti. Bir sabah Coue kendi teorisini öğrencilere anlatırken bir hemşire içeri girip diyor: “Profesör Coue, 7 numaralı odadaki hasta kendini çok kötü hissediyor”. “Hemşire- Coue parmağını kaldırarak hemşireni uyardı- “ Hiçbir zaman böyle konuşmayın. 7 odadaki hasta kendini kötü hissettiğini düşünüyor-diyeceksiniz.”
Ertesi gün Coue yine  öğrencilerine ders verirken ayni hemşire odaya heyecanla fırlayıp böyle dedi:” Profesör Coue 7 numaralı odadaki hasta öldüğünü düşünüyor! “
Bu anekdot tabi ki profesörün çalışmalarına gölge düşürmüyor, çünkü binlerce insana onun telkin tekniği yardım etmiştir. Günümüzde bu sistem uzun zaman çalışmalar gerektiğinden daha çevik ve kısa zamana dayalı çalışmalar ortaya konulmuştur. Fakat ben size Coue’nin kitabından onun verdiği kendine telkin işlemini aktarmak istiyorum. Siz bundan kendi kişisel problemlerinizi çözmek için rahatlıkla kullana bilirsiniz.
Pratikte telkin nasıl kullanılır.
Her sabah uyandığınızda ve her akşam uyumadan önce gözünüzü kapatıp ve söylediklerinize odaklanmadan (tespih kullanarak) yirmi kez bu sözleri söylüyorsunuz:
“Ben her geçen gün her yönden kendimi daha iyi hissediyorum.”
Her yönden sözü hayatımızın tüm alanlarını kapsadığı için ayrıntılı telkine gerek yoktur. Bu sözleri mümkün olduğu kadar sade, sakin ve hiç gerginlik içermeyen sesle söylemek lazım. Bu duaya benzer bir ton olmalıdır.
Bu yolla sizin formül –kulağınızın vasıtasıyla- mekanik olarak sizin bilinçaltınıza yerleşiyor ve hemen çalışmaya başlıyor.
Coue diyor ki, bu telkini tüm hayatınız boyunca söylemek lazım, çünkü o hem şifa etkisine ve hem de önleyici özelliğe sahiptir.
 Gün içinde ve ya gece siz fiziksel ve ya duygusal rahatsızlık hissedişinizde, sizi kesin şekilde karar vermelisiniz ki, siz bu rahatsızlığı abartmak yerine onu gidereceksiniz. Bundan sonra yalnız kalıp gözlerinizi kapatıp alnınızı okşayarak(ruhsal bir acıysa) ve ya hasta yerinizi okşayarak ola bildiğince hızla bunu söylemeniz gerekiyor:” Geçiyor, geçiyor, geçiyor!” Ta ki iyileşene  kadar. İyi pratikten sonra ruhsal ve ya fiziksel acı 20-25 saniyenin içinde kayboluyor
Coue  kitabında telkin yönteminin asla tıbbı yardımın yerini tutmadığını, sadece ona çok değerli destek olduğunun altını çiziyor.
 Doktor kendi imajının hastanın üzerinde yaptığı etkiden dolayı hastaya söylediklerinden dolayı onu iyileştire ve ya tam tersini yapa bilir. Eğer doktor ağır hastaya ona yardım edemeyeceğini ve hastalığın iyileşmesi mümkün olmadığını söylerse, hasta bu sözleri telkin gibi algılar ve gerçekten çok sonu kötü olur. Tam tersi hastaya hastalığın ciddi olduğunu ama gereken tedaviyle ve bakımla çok kolay atlata bileceğini söylediğinde doktor mucizevi sonuçlar ala biliyor.
Gördüğüm gibi , Coue “plasebo” denilen etkinin ilk araştırmacılarından olmuştur.
Kitabında yazıyor ki, bir doktor hastaya açıklama yapmadan reçete yazarsa, o ilaçların fazla yardımı hastaya dokunmaz. Ama doktor yazdıkları ilaçların hastaya neler yapacağını, nasıl iyileştireceğini, iyi geleceğini söylerse, hasta gerçekten onların yararını görür.
Telkinin nasıl çalıştığını anlamak için bizim sadece bilmemiz gerekiyor ki, bilinçaltı ve ya bilinçsiz “ben” bizim tüm organlarımızı yönetiyor. Biz bu “ben”e kötü çalışan organın iyi çalışması gerektiği algısını yerleştirdiğimizde, o hemen organa iyi çalışmasını emir eder ve organ sağlıklı haline döner. Bu aniden ve ya zaman içinde gerçekleşir.

Coue kendi pratiğinde mucizevi iyileşmelere çok tanık olmuştur. Kan kaybetmesi, kanser vakalı, tüberküloz, varis hastalıkları ve başka ciddi rahatsızlıkların iyileşmesine sebep olmuştur. O metoduna inanır ve her kesin onu kullanmasını teşvik ediyordu. 

14 Şubat 2014 Cuma

+ KOSMOENERJİ VE PROBLEMLERİMİZİN KAYNAKLARI

                                                                      

                                                                             

KOSMOENEJİ VE PROBLEMLERİMİZİN

                    KAYNAKLARI











İnsanoğlunun tüm problemlerinin üç kaynağı vardır. Soydan taşıdığımız yük, dışarıdan gelen negatif etkenler, kendi yanlış düşüncelerimiz ve davranışlarımız.
Kozmoenerji öğretisi her derde derman olarak düşünmek yanlış olur. O her kese yardım etmiyor, bunu hak edenlere, gelişime adım atanlara yardım ediyor. Kendi hayatının sorumluluğunu alıp başkalarına da yardım edenlere. Bu bilgi-enerji frekansları güzel amaç olunca gücü sergilerler. Sen amacı gerçekleştirip yeni bir şey yarattığında, bu şifa olabilir, ve ya başka bir şey, önemli değildir. Önemlisi senin dünyada küçük  mucize yaratmandır.
Kozmoenerjide yoğun enerji çalışmaları soydan gelen yükü ortadan kalkar. Maji blokunda Sutra-Karma denilen enerji frekansı soydan gelen problemleri temizler. Bu enerji kanalı kendi başına, spontane açıla bilir . Şifa seansında kişi soy arınmasıyla ilgili derin transa girer. Arınma ağlamakla, gülmekle, karışık duygularla gerçekleşir. Bazı zaman geçmiş hayat görüntüleri gelir, kişi bilmediği bir dilde konuşmaya başlar. Konuşan kişinin hafızasıdır, varlık değildir. Bunu anlamak için göre bilmek lazım. Soy yükünden kurtulmak insan için büyük armağandır- böyle birisi özgürlüğün yeni boyutunu kazanmış oluyor.
Fakat insanın doğası gereği bazıları bu özgürlüğü elde edince boşluğa düşerler, ne yapacaklarını şaşırırlar. Böyle birisi uzun süren hapisten sonra özgür bırakılmış kişiye benzer. O ne yapacağını, nereye gideceğini bilemez, o yine hapishaneye geri dönmek ister.
Başka problem- dış dünyanın negatif etkirleri. Evrenin doğası serttir, acımasızdır. Siz Dünyayı seyredin. İnek saldırgan değildir, ama otu yemekten vaaz geçmez. Açık ve samimi nefret gizli agresiflikten daha iyidir: biz onu görüyoruz ve biz korunuyoruz. Ama sevgi, acıma, empati maskelerinin altında size o kadar negatif yüklerler ki, dağılırsınız. Dürüstlük ve samimiyet hep aradığımız, fakat zor bulduğumuz özelliklerdir. İnsan dünyası gizli olanlarla tehlikelidir.
Bu sebeple kozmoenerjide eğitimin başlangıcında koruma teknikleri verilir. Kabul olunmuş teknikler çok basittir, ama uzun müddet çalışmalar ister ki, bu koruma kalkanı tamamen enerji bedeninize otursun. Koruma tekniklerini öğrenip alıştırmalar yaptığınızda bir süre sonra dördüncü ve beşinci çakraların arasında INCİ oluşuyor. Bu beyaz inciye benzer top sizin 8 ci çakranız olur.
Enerjilerin çoğunun koruma özellikleri vardır, tehlike anında otomatik şekilde devreye girer.
İyi çalışılmış koruma kalkanları kozmoenerjide mükemmel çalışıyorlar. Asrtal seyahatlerde, paralel dünyalara geçitlerde onlar denemişler ve etkili oldukları ispatlanmıştır.
Enerji çalışmalarında bilincin değişmesi doğal süreçtir. Burada temel kural- nötr olmaktır.
Denge ve yansızlık – yüksek frekansların çalışma koşuludur.
İkinci gereken özellik- bizim maddesel dünyaya bağlanmamaktır.
Üçüncü özellik-dış ve iç agresifliğin olamamasıdır.
Tabi başka koşullar da vardır. Fakat bu söylediğimiz özellikler kozmik enerjilerle çalışmanın, kozmik niyeti ifade etmenin esas şartlarıdır.
Kozmik enerjileri niyetin gerçekleşmesiyle çalışıyorlar. Siz aldığınız bilgileri kullanmak zorundasınız. Nerede ve nasıl, hangi noktada enerini kullanacaksınız pratikte öğrenirsiniz. Burada şüpheye yer yoktur, hata sizin şüphelerinizdedir, yaptığınız işte değildir.
Kozmik enerjiler bilgi- enerji frekanslarıdırlar,  onlarla çalıştığınızda bir tek gücü değil , bilgiye de alırsınız. Burada öğretmenin kişiliği, onun niyetinin gücü, onun enerjileri nasıl kullandığı da çok önemlidir.
Enerjiler garip bir şekilde kozmoenerji uzmanının hayatına yerleşiyorlar. Spontane açılmış enerji sizi istediğiniz sonuca ulaştırır.
Şifacılık kozmoenerjide niyetin ilk ve basit tezahürüdür. Burada önemli nokta var. Hastanın yolunu görmeden, onun değişimini ve gelişimini sağlamadan verilen şifayla ciddi yasaları bozmuş oluyoruz. Biz Yaratıcının işlerine karışamayız. Kendi işimize yürekten inanmak lazım, temel prensiplerden ödün vermemek lazım. Biz insanın iyilik yapım diye başkasına kötülük yapmak çok yanlıştır. Şifacının yolu nötr ve denge yoludur.Hür iradesine karışamayız, onun isteğine karşı davranamayız, onun hayrına olsa bile. Ruslar diyor ki, cehenneme giden yol iyi niyetlerle açılmıştır. Şifacının akidesi merhamettir, acıma değildir. İnsan ruhu çok ince işlenmiş “malzemedir.”

Şifacı iyilik ve kötülük tuzağına düşmememsi gerekiyor. Birisine iyilik yapım diye başkasına yanlış yapmak doğru değildir.

13 Şubat 2014 Perşembe

+ KOZMİK ENERJİLER

                                                                         





               KOZMİK ENEJİLER





      Tüm kadim şifa gelenekleri tek bir prensiple çalışmıştır-REZONANS ilkesiyle. İnsan enerji alanında hareket eden enerjilerin hepsi Evrende ayni şekilde cereyan ediyorlar. İnsan organizmasındaki  tüm organların kendi enerji alanları ve frekansları mevcuttur. Şamanların ve şifacıların yaptıkları işin özü hasta organın enerji alanını normal düzeye getirmektir. Bunu elde etmek için şifacı ayni titreşimde olan kozmik enerjini hasta organın enerji alanına odaklayarak rezonans işlemini gerçekleştiriyor. Rezonans baş verdikten sonra hasta organın enerji alanı normal, gereken frekansta çalışmaya başlıyor ve organ iyileşiyor. Bunun beraberinde şifacı hastanın tüm enerji bedenlerini, meridyenlerini ve enerji merkezlerin (çakraları) negatif blokajlardan, tıkanıklardan arındırıyor.
Bu yıllardır sürüp gelen teknikler ve gelenekler günümüzde yeniden canlanıp farklı ruhsal gelişim sistemlerinde yerleşmişler.  Bu sistemlerin arasında KOZMOENERJİ adını taşıyan ekolü Rus akademisyen V.S.Petrov icat etmiştir.Petrovun sözlerine göre: Kozmik enerji insanoğlunun ruhsal gelişimine hitap eden, onun başka boyutları keşif edip ve bu boyutlarda tezahür etmesini sağlamak için insana verilmiş büyük Armağandır. Petrovun elde ettiği ve çalıştığı kozmik enerjiler hep orada, kozmik enerji alanında vardı. Petrovun dehası bu enerjileri sistem haline getirip kullana bilmektir. Bu iş tabi ki, sıradan  insanın  yapacağı iş değildir. Bunun için genişlemiş şuur halinde olmak, enerjileri görmek, başka boyutları algılamak gibi özellikler gerekiyor. Şimdi insan aurasını özel makinelerde fotografını çeke biliyorlar, fakat kaç kişi gözle insan aurasını göre biliyor? İnanın sayılı kişiler bunu yapa biliyorlar.
Tüm ruhsal öğretilerin amacı –insan şuur halini geliştirmek, fiziksel yaşam sürecinde değişimi gerçekleştirmek ve en yüksek bilinç haline ulaşmaktır. Kozmoenerjinin de asil maksadı DEĞİŞİMDİR.
Kozmik enerjiler insanın ruhsal ve fiziksel problemlerini çözer, fakat ondan tek bir şey ister- değişim. İnsan bu maddesel dünyada hipnotize edilmiş gibi yaşar. İnsan kendini beş duyusuyla algıladığı maddesel dünyaya öyle kaptırır ki, onun dışında başka şeyleri bilmek ve algılamak istemez. Hipnotize halinden uyandığında insan Gerçeği görür. Ama uyanmak kolay şey değil,çünkü uyanış için de enerji lazım, uyanış enerjisi, ki bu enerji de hiçbir zaman yeterli olmuyor. Uyandığımızda daha önce görmediklerimizi görürüz, bir çok şeyin farkına varırız. Aslinde hayat uyandığımızda başlar.
Şifaçılık kosmoenerjinin dalıdır, fakat maksadı değildir. Esas amaç ruhsal gelişimdir.
Kozmik enerjilere insiye olmuş kişinin bilinci genişler, algılama yetisi değişir, başka gerçekliği algılama noktasına gele biliyor. Enerjilerin yüklenmesiyle kişi şifacılığa adım ata biliyor, gizli yetenekleri açığa çıkıyor.

Kozmoenerjinin temel özelliği insanın ek enerji kaynağına bağlanmasıdır. Enerji kaynağı Kozmik enerji frekansıdır, bu frekansa kanal deniliyor.

12 Şubat 2014 Çarşamba

+ENERJİLER

                       








                         ENERJİLER


Enerji hakkında temel bilgileri anlamamız için günümüzün Evren teorilerine kısaca göz atmamız gerekiyor. Hızla gelişmekte olan kuantum fiziği maddenin temeli  atom altı parçacıklardan – kuantum parçacıklarından bahis eder. Bu parçacıklar hem dalga ve hem de nokta şeklinde tezahür ederler ve bunların enerji paketleri olduğu ileri sürülüyor. Örneğin,
Max Planck ısı enerjisinin sürekli yayılmadığını, kuanta adı verilmiş ayrı ayrı enerji paketleri halinde göründüğünü keşif etmiştir. Einstein’e göre elektromanyetik yayım sadece dalgalar halinde değil, ayni zamanda kuantalar şeklinde de görülmektedir. Bu hafif kuantalar, yani enerji paketleri parçacık olarak kabul edilmektedir. Yani her şeyin en yakın tanımı olan atom altı parçacık enerji paketi şeklindedir! Einstein’in Rölativite teorisinin sonucunda madde ve enerjinin bir birisine dönüşe bileceği fark edilmiştir. Kütle bir enerji formundan başka şey değildir, madde yavaşlamış ve kristalleşmiş enerjidir. Vücudumuz enerjidir.
Başka deyişle biz hepimiz sonuçta birer enerjiyiz! Bildiğimiz madde enerjinin daha düşük frekansını, katılaşmış formunu temsil eder. Evren daima hareket içinde olan enerji frekanslarından başka bir şey değildir. Günümüzde bilim adamları tüm Evrenin bölünmez  enerji kalıplarından oluşan dinamik ağ halinde olduğunu kabul ediyorlar.
Bilim adamlarının son yıllarda yaklaştıkları gerçekler mistiklerin ve şamanların yüzyıllardır bildikleri gerçeklerdir. Evren ışıldayan ipliklerden oluşmuş sonsuz enerji alanlarından ibarettir. Bu iplikler her istikamette uzuyorlar, yumak halinde, akım ve çizgiler halinde sürekli değişiyorlar. Bu ışıldayan ipliklerin doğası v e kaynağı bizim algılayışımızdan öte bir şeydir.
Kozmik enerji uzmanları, şamanlar bu ışın ipliklerini görüyorlar. Rus akademisyeni ve Kozmik enerji sisteminin yaratıcısı Petrov bu ışın ipliklerinin oluşturduğu desenlere emanasya adı vermiştir. İnsan Evrenin ayrılmaz parçası olduğundan ayni emanasyaları taşır, ama insan bedeninin ışıldayan iplikleri sadece farklı biçimde toplanmış ve bir “kabuğa” yerleştirilmiştir.
Duru görüler insan enerji alanını parlayan yumurta şeklinde görürler, fiziksel bedenimizi kaplayan, örten ve ona nüfuz eden bu enerji alanına “koza” da denilir. Daha önce enerji alanımız hakkında etraflı konuşmuştuk. Enerji alanımız aynen Yer küresinin alanı gibi ipliklerden oluşuyor, bu ışıldayan iplikler tepemizden çıkarak ayak topuklarımızda birleşiyorlar. Kozanın yüksekliği ve genişliği genelde elin uzaklığında oluyor. Şehirlerde enerji bedenimiz gücüyle biliyor, doğada, temiz havada aksine genişliyor. Fiziksel bedenimiz daha katı, düşük titreşimli enerjilerden oluşmuştur.
Bizim enerji bedenimizde enerji meridyenlerden ve kanallardan akıp hareket eder. Çakralar bu bedenin işlev organlarıdır. Bunları da etraflı ele almıştık. ( Çakraların hakikati- nazlialimova@blogspot.com)
İnsan enerji alanında aynen Gezegenin enerji alanında cereyan eden ışın ipliklerinin bulunduğunu söylemiştik. Fakat insan enerji alanı yaşam sürecinde değişiklere maruz kalıyor ve kozmik etalondan uzaklaşıyor. Bazı olumsuz değişikler bize doğuştan veriliyor.
Bizim düşüncelerimiz, duygularımız, hayat tarzımız, hatalarımız, beslenmemiz-hepsi enerji bedenimizde tezahür eder.  Enerji alanımız ve çakralarımız zaman içinde kirleniyor, tıkanıklar ve blokajlar meydana çıkıyor. Sonuçta çakralar yavaşlamaya başlıyorlar, titreşimler bozuluyor, fiziksel organlarımız gereken besleyici enerjiyi alamıyorlar. Gezegenin enerji alanıyla bizim enerji alanımızın dengesi, alış verişi bozulduğunda hastalıklar ve ya yaşantımızda ciddi problemler başlar.

Enerji alanımızdaki enerjinin kalitesi ve temizliği bizim hayatımızın kalitesini sağlar. Bizim sağlığımız ve dinamikliğimiz enerji depolama ve yenileme işlevinin kalitesine bağlıdır. Biz duygusal ve fiziksel yoğunluğumuzla enerjimizi tükete biliriz. Normal yaşam için bu enerjinin yenilenmesi ve doğru saklanması gerekir, bizim hayat kalitemiz enerji bedenimizin doğru “şarj” olunmasına bağlıdır.

9 Şubat 2014 Pazar

+ ENERJİNİN PEŞİNDE: GEÇMİŞ VE GELECEK

                                                              



 ENERJİNİN PEŞİNDE: GEÇMİŞ VE GELECEK







Üçüncü gözü açık kişi zamanın akışında hastalıkların ve psikolojik bozuklukların nedenini izleye bilir. Aşağıda size sunacağım teknik sizin hastalığa, rahatsızlığa neden olmuş problemlerinizin kaynağını görmeye yardımcı olacaktır. Nedeni yakın zamanda yaşadığınız olay, çocukluk travması ve hatta geçmiş yaşam hadisesi ola birli. Duru görü özelliğine sahip kişi zamanda geri giderek başlangıç olaya yaklaşa biliyor.
Karanlık odada bir metre uzaklığında yerleştirilmiş aynanın karşısında oturun ve mum yakın. Mum tam karşınızda değil, biraz kenarda olmalıdır. Ellerinizi birleştirip dua pozisyonuna girin, bilinci genişletmek için kapalı gözlerle hareket ettirilen egzersizi yapın, nefesinizi izleyin. Bu egzersizi bunda önceki makalemde size anlatmıştım. Gevşedikten sonra sol gözünüze aynada bakın. Gerilmeyin. Nefesinizi sayın, on sayısına geldikten sonra yeniden saymaya başlayın. Işık ve gölgenin yüzünüzdeki oyununa bakın, ama daha çok sol gözünüze  odaklanın.
Bu izleme süreci dört basamaktan oluşur.
BİRİNCİ basamakta yüzünüz olduğu gibi gözüküyor. Her şey olduğu gibidir. Bu sizin binlerce kes gördüğünüz yüzdür.
İKİNCİ basamak birkaç dakika sonra başlar. Yüz biraz değişmeye başlıyor. Siz onun üzerine bir hayvan sıfatının yerleştiğini görürsünüz ve ya yüz yok oluyor, bir tek gözler kalıyor. Bu etapta hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Sakince değişikleri izleyin, nefesinize odaklanın. Gördükleriniz sizi rahatsız etmesin. Gözüken yüzleri yargısız ve düşüncesiz izleyin. Bazı yüzler belki de on binlerce yıl vardır. Bazı yüzler geçmiş hayatlara ait ola bilirler, bazıları hayvani güçlere, bazıları ise koruyucularınızın yüzleri ola bilir, sizin ruhsal rehberleriniz de gözüke bilirler.
ÜÇÜNCÜ basamakta yüzlerden birisi durağanlaşır, sabit oluyor. Her şey olduğu gibidir. Bu sizin aradığınız yüzdür. Yüzler hep değişiyordu, ama şimdi somutlaştı. Somut, durağan yüzü gördüğünüzde onu içinize almaya çalışın. Onu dikkat ettiğinizde sol gözünüze bakmaya ve nefesinize odaklanmayı devam edin. İzin verin yüz kendi hikayesini size anlatsın. O kimdir? Nereden geldi? Sizden ne istiyor? Işıldayan enerji alanımız tüm geçmiş “benlerin” bilgisini saklar, siz travma geçirdiğinizde sahip olduğunuz yüz dahil. Belki geçmiş hayatta korkunç acılara maruz kalmışsınız ve ya öldürülmüşsünüz. Bu yüz büyük olasılık geçmiş ve ya gelecek hayattandır.
DÖRDÜNCÜ basamakta tüm görüntüler kaybolur-hatta izlediğiniz yüz de. Şimdi var olanın parlayan özünü görüyorsunuz. Şimdi IŞIK ve RUH vardır.
Egzersizi bitirdiğinizde yine ellerinizi dua şeklinde birleştirip gözlerinizi kapatın. Bit kaç  derin nefes alın.
    Ayni bu işlemle geleceğe gide bilirsiniz. Gelecekte şifa bulduğunuz, yaratıcı ve dolu dolu yaşadığınız hayatın varyantını seçe bilirsiniz. Bunun için sadece NİYETİNİZİ geçmişe değil, geleceğe yönlendirmeniz yeterlidir. Karşınızda geleceğin varyantları açılır. Hayatınızı ışıldayan ipliklerin yığını gibi hayal edin. İplikler geçmişten geleceğe uzuyorlar, tabi şimdini geçerek. Her iplik bir olasılığı ifade ediyor. Mesela bir varyant uzun ve sağlıklı ömür vaat ediyor, ama belki başka şehre göçtüğünde, başka işe geçtiğinde, hayatında bir takım değişikler yapa bildiğinde. Başka iplikler daha şansız hayata götürüyorlar.

Fizikçi Verner Geyzenberg kuantum mekaniğin  anahtar prensibini keşif etmiştir: her anda bir  parçacığın ya hızını belirlersen, ya da yerini. İkisini bir arada tayin etmek mümkün değildir. Geyzenberg’in “ belirsizlik” prensibi anlatıyor ki olayın izlenmesi onun sonucunu etkiler.
Bu buluş gösterdi ki, enerji formalaştıktan sonra maddesel dünyayı izlemekle değiştirmek olasılığı çok sınırlıdır. Gerçekliği enerjinin maddeye dönüşünden evvel değiştire biliriz. Bu sebeple şaman pratiklerinin çoğu hastalığı organizmada tezahür etmeden iyileştire biliyorlar- Enerji Alanındaki kayıtların bedende maddeleşip hastalık şeklinde çıkmadan önce.

Bazı “görenler” hastalıktan kurtulma şansını verecek gelecek varyantı seçmeye yardımcı ola biliyorlar. Kişiyi sağlıklı “gördüğümüzde” onun iyileşme şansını baya artıra biliriz.  Geleceğin bu varyantı bulunduğunda şifa yolu da açılır.

8 Şubat 2014 Cumartesi

+ ÇAKRALARI ALGILAMAK İÇİN EGZERSİZ


                                 

      Çakraları algılamak için egzersiz

Enerji alanınızı, çakralarınızı görmek için durugörü özelliğine sahip olmanız lazım.Fakat çakralarınızı algılayıp hissede bilirsiniz. 
Önce bilincimizi genişletmek için egzersiz yapalım.
Gözlerinizi kapatın. Kafanızı sabit tutarak gözlerinizi sağa, sola, yukarı ve aşağı hareket ettirin. Üst sol köşeden alt sağ köşeye ve tersini yapın. Sonra gözlerinizle daire çizin, üç defa saat yönünde, üç defa ters yönde. Ayni şeyleri tekrarlayın, bu egzersizi baştan yapın.
Ellerinizi dua şeklinde birleştirin. Bedenimizde on tane esas akupunktur meridyenlerimiz vardır, onların hepsi avuçlarımızdan ve parmaklarımızın ucundan geçiyorlar. Biz ellerimizi yapıştırıp parmaklarımızı birleştirdiğimizde bu meridyenlerden akan enerjiyi dengelemiş oluyoruz. Parmaklar ve onların uçları bir birisine temas etmeleri lazım. Baş parmak - baş parmakla, işaret parmağı-işaret parmağıyla ve saire. Avuçlarınız kalp hizasında olmalıdırlar. Birkaç derin nefes alın.
Sonra avuçlarınızı aralayıp ellerinizi birkaç saniye iyice silkeleyin ki, gevşesinler. Sonra yine ellerinizi birleştirin. Şimdi avuçlarınızı aralayın, parmak uçlarınız ise birleşik kalsın. Ellerinize dikkat edin. Avuçlarınızda ne hissediyorsunuz? Sıcaklık ve ya serinlik? Onların arasında hafif elektrik akımı var mı? Ellerinizi yavaşça aralayın, parmak uçlarında ne hissediyorsunuz? İğne batıyor gibi his var mı? Bu hareketi yaparak dikkat edin: hangi mesafede hissettikleriniz kayboluyor? Şimdi her iki elinizin parmakları arasında onları birleştiren ışıldayan ipliklerin olduğunu hayal edin. Bu akupunktur meridyenlerdir. Bu egzersizi tekrarlayın. Elleriniz arasında 25 sn kadar enerjini hissetmeye çalışın.
Şimdi çakraları algılamaya deneyelim. Ellerinizi silkeledikten sonra yine dua şeklinde birleştirin. Derin nefes almayı unutmayın.
Avuç içleriyle teninize çok yakın ellerinizi 8 sn göbeğin altına yerleştirin. Koni şeklinde dönen enerji yoğunluğunu bedeninizin üzerinde hissedin. Bu enerji girdabı  8-10 sn bedenin dışındadır, çoğu hissesi ise bedenin içine uzuyor. İkinci çakranın enerji girdabını bulun. Dönen enerjiyi hissedin. Girdabın sınırlarını bulun. Çakranın enerjisi size kaynayan suyun akımı gibi gözüke bilir.
Yavaşça işaret parmağınızı çakranın içine sokun, ta ki bedeninize dokununcaya kadar. Ne hissediyorsunuz? Sıcaklık ve ya serinlik? Dikkatinizi tam parmağınızın uçunda konsantre edin. Dokunuşta çakra nasıldır: sert, yumuşak, titreşimli? Karın çakrası tehlikeye karşı hassastır, savunmadan sorumludur. O korkunu ve tehlikeyi anında kaydeder. İkinci çakranızı parmak ucuyla hissederken korktuğunuz anı, olayı hatırlayın. Çakrada bir değişiklik hissettiniz mi?
Her kes enerjiyi farklı algılar. Birisine sıcaklık gelir, başkası buz soğukluğunu algılar. İkinci çakrayı algılamak kolaydır, çünkü o duyguların ve coşkuların meskenidir.
Ayni egzersizi tekrarlayarak birinci çakranızı bulun. Burada huzur ve konfor içinde olduğunuz anları hatırlayın ve çakranın tepkisine bakın: titreşimine, yoğunluğuna, sıcaklığına. Sonra geceleri kabustan uyandığınız anları hatırlayın. Çakradaki enerjinin nasıl değiştiğine dikkat edin.
Şimdi üçüncü çakraya gelin. Başarılı olduğunuz ve övüldüğünüz anları hatırlayın. Enerjinin nasıl değiştiğini görürsünüz. Utangaçlık duygusu anımsayın.
Sonra dördüncü çakraya geçin. İlk aşkınızı, şimdiki eşinizle ilk buluşmanızı, mutlu anlarınızı hayal edin, sonra da yalnız kaldığınız günleri, terk edildiğinizi hatırlayın. Çakradaki değişikleri izleyin.
Beşinci merkeze geçin. İç huzuru ve sakinliği anımsayın. Sonra da sevgiliniz sizi ilgisiz bıraktığı anları hatırlayın.

Egzersiz bittikten sonra yine ellerinizi birleştirin ve birkaç derin nefes alıp dengenizi sağlayın.

6 Şubat 2014 Perşembe

+ ÇAKRALARIN HAKİKATİ

                                  








                                                                                 
                   Çakraların hakikati


Günümizde bütün çakraları dengede olan ve tüm gökkuşağının renklerini barındıran enerji bedenine sahip olan kişiye rastlamak çok zordur. Enerji merkezlerinin dengede çalıştığında
şifa gerçekleşe biliyor. Enerji merkezlerinde bozuklukları ayırt etmek ve doğru tespit etmek için gerçekten “görmek” gerekiyor, yani bazı duru görü özelliklere sahip olmak şarttır. Çakrada enerji yetmezliği ve ya fazlası ola biliyor, çakra tıkalı ve bloke edinmiş ola bilir,  başka çakradan besleniyor. Enerji merkezlerinin çalışmasında gözüken bozukluklar kişinin psikolojik durumuyla, sosyal davranış biçimleriyle direk bağlıdır. Çakralar normale döndüğünde bu alanlarda da düzelme ,dengelenme izleniyor.
KÖK ÇAKRASI. Bu çakra bağırsakların, kolonun, bacakların, eklemlerin, bağışık sisteminin çalışmasından sorumludur, ayni zamanda bu çakra yaşam enerjisini barındırıyor. Hayatta bu soyun, ailenin enerjisidir. Birinci çakra hepimizin bir birimize bağlı olduğunun bilgisini taşır.
Şeref, hakkaniyetlik, anlayış, aile ve sosyal ilişkiler, yaşamak için fiziki enerjimizi kullanmak- bunlar hepsi birinci çakranın enerjileridirler. Kök çakra normal çalışmadığında sağlık söz konusu olamaz. Bu çakranın hakikati- Biz hepimizi biriz.
İKİNCİ ÇAKRA fiziksel bedende cinsel organları,  sindirim sistemini denetler. Hayatta bizim ilişkilerimizden, kendi kişiliğimizi belirlemekten sorumludur. Tüm ilişkiler bize gönderilmiş sınavlar olduğunu bu çakra bize anlatıyor. O bize artılarımızı ve eksiklerimizi anlamaya yardımcı oluyor. Başkalarına saygı duyduğumuzda biz bunu daha iyi anlarız. İkinci çakranın hakikati- bir birinize saygılı olun.
Benzer benzeri çeker deyimi ve ikinci çakranın enerjisi bize kendimize çektiğimiz ilişkilerin kendimizi anlamaya yardımcı olduğunu öğretir. Bu çakranın maksadı- bize başkalarıyla bilinçli ilişkiler kurmaktır, yani bizim gelişimimizi sağlayan ilişkileri tutup,  bize hiçbir şey veremez ilişkileri bırakmaktır.
Tesadüf denilen hiçbir şey yoktur: biz ilişki başlamadan onun olması için ürettiğimiz enerjiyle ona kapıyı açmışız. Bizim bilememiz gerekiyor ki, biz başkalarını yönetmeye ve değiştirmeye çalıştığımızda kendimizle savaşıyoruz, çünkü karşımıza çıkan insanlar bizim aynamızdır. Affetmeyi ve geçmişi bırakmayı öğrenelim- çünkü alışkanlığımızlar bizim hayatın akışını durdurmaya çalıştığımız tutunacaklardır. Her şey akıyor, değişiyor, yarınki gün bu günde düzeltmeler yapıyor. Korkular bizim ilerlememizi engelliyorlar, biz şuurlu hareket edemiyoruz, korkularımız negatif düşüncelerin ve davranışların kaynağıdırlar. Kendi sorumluluğunuza üstlenip, kendi gücünüze inanıp siz hayatınızı değiştire bilirsiniz. Erkek ve kadın ilişkisinde dikkatli davranmamız gerekiyor. Bilin ki biz kadın ve erkek enerjilerini taşıyoruz. Bizim hayatımız ve kaderimiz onların dengede olmasına bağlıdır.
Bir kadın hayatında eril enerjisini ret ettiğinde doğurganlık organlarında sorun yaşar, hatta onları kaybede bilir. Bir erkek paranın olmasını seks enerjisiyle bağlı olduğunu düşünürse, parayı kaybettiğinde iktidarsız ola bilir. Bu kadın ve erkek için de geçerlidir- paranın az olması enerjinin de azalmasına dönüşür. Bizim paraya bakış açımız ne kadar hafif olsa, o
kadar bu enerjini kullana biliriz, para bizi yönetmez, biz onu yönetmeği ve kullanmayı öğreniriz, para bize çalışır, biz ona çalışmayız.  İş de, para da bizim içindir, biz onlar için değiliz.
Şimdi ilişkilere dönelim. Bu hayatımızın en zor bölümüdür, çünkü bir partnerimiz olunca kendi seçimimizi ve hatalarımızı ona yüklemek isteriz. Bu hakikatler size ilişkilerinizi ve kendinizi anlamaya yardımcı olurlar.
1.Biz parterlerimizi kendimiz seçeriz.
2. Kimse bize hoş olmayan ilişkiyi yürütmemizi diretmiyor. Kimse- bizim dışımızda. Tüm durumlarda negatif ilişkiler bize kendimizi sevmediğimiz alanları işaret ediyorlar.
3. Sizin özel ilişkiniz sizin için özeldir ve vardır, başkaları
 ve partneriniz için değil.
4. Partnerimizde göre bileceğimiz tek şey yine biziz.
5.Biz başkasına acı veremeyiz, başkası da bize acı vermez.
Biz kendimiz kendimize acı vere biliriz. Hakikat o ki, biz partnerimize karşı yalan söylediğimizde sadece gerçek ilişkiyi yaşamaktan, değişimden, yalnızlıktan korktuğumuz için bunu yaparız. Partnere acı vermek istemediğimizi söyledikte biz kendimize yalan söylüyoruz, kendimizi kandırıyoruz –gerçeği saklıyoruz. Yalan her zaman ilişkiyi mahıv eder.
Sevgi samimi ve açık olmak demektir, biz kaybetmeden ve yalnızlıktan korktuğumuz için yalan söyleriz, ama bu partnerle aramızda soğukluk duvarı yaratır. Yalan gereksiz ilişkilerin ömrünü sadece uzatıyor.
6. Partner için en iyi yapacağımız şey –kendimizi sevmektir.
7. Sevgi her zaman daha çok sevgi ister ama ayni zamanda tam tersinin uyanmasına izin verir. Bu bizim içsel korkularımızla bağlıdır, onlardan arınmadan biz her ilişkide ayni şeyi yaşarız. Bu dersimizi alana kadar süre bilir. Aşkı idealize ettiğimizde, onu kaybetmeye mahkumuz.
8. Evlilik ömürlük kontrat değildir. Biz er ya geç aşk hayatında mutlu oluruz, ama ideal partnerimizi bulduğumuz için değil, biz kendimizi bulduğumuz içindir. İki insan bir birine korkularını ve zaaflarını emanet ettiğinde aşkı ve mutluluğu yaşarlar. Kalbinizi partnerinize açın, eğer bunun sonucunda o sizi terk ederse, bu o demektir ki, siz bir birinize uygun değilsiniz.
ÜÇÜNCÜ ÇAKRA – bedende mide bağırsak ve iç organlarının çalışmasından sorumludur. Bu bizim içsel gücümüzün, özgüvenimizin, maddi ilişkilerimizin merkezidir.
Maddiyeti idealize etmek iç organların hastalıklarına ve yoksulluğa getirir. Kendini aşağılama, sevmeme, suçluluk duygusu insana ıstırap veriyor. Bulunduğunuz seviyeyi, durumu kabul edin, hareket edip ileriye bakın, geriye bakmayın, duraklamayın. Gelişim hareket ettiğinizde gerçekleşir. Para mutluluğun öçlüğü değildir. O sadece yaşamda bize hizmet eden enerjidir.
DÖRDÜNCÜ ÇAKRA- kalp damar sisteminin ve akciğerlerin çalışmasından sorumludur. Bu aşkın ve inancın enerjisidir. Sevgi enerjisi- saf enerjidir. Kendini sevmek bir bakımdan başkalarını affetmek denektir. Affetmek koşulsuz sevgiyi öğrenmek demektir. Affetmediğimizde biz kendimize zarar veririz. İçeride ve dışarıda ne varsa –her şey bizim kalbimizin çalışması içindir. Bir kalbinize iyice bakın: orada tutukladığınız kimseler var mı? Tüm hücreleri açın, her kesi özgür bırakın, o cümleden kendinizi de azat edin. Her kesin bırakın, o zaman tüm ilişkileriniz de düzelir. Tüm acılarınızı, küskünlüğünüzü, öfkenizi, korkularınızı, suçlarınızı bırakın gitsinler. Size acı verenleri affedin, siz acı verdiklerinizden  af dileyin. Sevginin ilahi enerjisi özgür kalınca mucizeler yaratır.
Affetmek bizim her türlü duygusal, psikolojik, ruhsal ve fiziksel yaralarımızı iyileştirmeye yardımcı olur. Affetmek size sağlığınıza ve mutluluğa götürür. Affetmek dünyanın en iyi şifacısıdır.
BEŞİNCİ ÇAKRA – iletişim, ilişkiler, seçim- boğaz, tiroit bezleri, ağız,dişler, bronşlar.
Ruhumuzu geçmiş korkulardan ve negatif duygulardan arındırın. Söylenmedik bir problem, içimize attığımız küskünlük nezleyi doğurur(soğuk algınlığı olmadan). Daha derin incinmek
gripe neden olur. O zaman organizmamı bize iyileşmek için yedi gün veriyor.
Her çakra için bir gün, kendi hatalarımızı anlamamız için. Hayat dersimizi aldığımızda ve doğru seçim yaptığımızda olay bir daha tekrarlanmaz. Evet, hayatın alışık anlamını değiştirmek kolay değildir. Fakat, yeniliklerden korkup ayni yerde tökezlemek bize daha büyük acı yaşatır. İçsel huzura kavuşmak için bu değişiklik hortumuna dalıp yenilenip yüze çıkmak lazım. Değişikleri anlamak- eskiyi bıraka bilmek ve yeniyi kucaklamak, her şeyin bir yerde bite bileceğini ve yenisinin başlayacağını bilmek demektir.
Sizi kötü etkileyecek, öfkeye, kendine acıma duygularını doğuran düşüncelerden kaçınmaya çalışın. Kendi hayatınızın sorumluğunu başkalarına yüklemeyin, her şeyin sebebini kendinizde arayın. Bütün durumları size yazılmış mektuplar gibi algılayın, onları okumaya çalışın. Burada, şimdide yaşamaya gayret edin, geçmişte ve gelecekte değil.