İnsan hayatının gidişatı dört faktörün bağlantılarından
oluşuyor: soydan gelen faktörler (genetik), dış olaylar, senaryo ve özel
kararlar.
Günümüzde birçok
davranış biçimlerin ve komplekslerin soydan geldiği kabul edinmiştir ve bu
konuda araştırmalar yapan bilim dalı da ortaya çıkmıştır- psikogenetik. Anne babasız büyümüş çocuklar bile genetik
rahatsızlıkları taşıyorlar. Bu özellikler daha çok dedelerden ve
baba-annelerden, anneannelerden toruna geçer.
Tranzaktion analizinin yaratıcısı Amerikan psikiyatrisi Eric
Berne’nin araştırmaları neticesinde hayat senaryosunun çocuklukta oluşması
ortaya çıktı. Hayatımızın her alanında (sevgi, ilişkiler, sağlık, para) farklı
senaryo ola bilir. Biz bu senaryoyu bilinçsizce takip ederiz.
Senaryonun esas ayrıntıları bunlardır:
1.Senaryo- hayat planıdır
2.Senaryo finalle biter.
3.İnsan senaryo kararını kendisi verir.
4.Senaryo ebeveynler tarafından desteklenir.
5. Senaryo farkındalığın dışındadır
Peki bu senaryonun kaynağı nedir, hangi temele dayanıyor?
Senaryo çocuğun dünyada tutunması için izlediği stratejinin
tezahürüdür.
Senaryo kararları çocuğun duygularına, onun gerçekliği test
etme yetisine bağlıdır. Mesela 5-12 ay arasında çocuğun annesinden ayrı kalması
onun belli senaryoyu seçmesine iter.
Tüm senaryoları içerliği bakımından ikiye bölmek mümkündür.
Yenen –Amacına ulaşan birisi
Yenilen- Amacına ulaşmamış birisi ( yenilgi çevrede
bilinmiyor, yenilgi çevrede müzakire ediliyor, ölüm, ceza evi)
Bunların tam ortası bir durum daha vardır: ne yeniyor ne de
kaybediyor.
Eric Berne’nin sözlerine göre: “ Yenen yenildiği zaman ne
edeceğini biliyor, fakat söylemiyor(birkaç ihtimali vardır).
Yenilen bilmiyor, fakat hep zaferden konuşuyor.
Yenmeyen bazı zaman başarılı oluyor, bazı zaman başarısız, ama
büyük bir şey elde etmiyor, riske giremiyor(sorumluluk almıyor).
Burada çocuğun seçtiği temel hayat pozisyonu da çok
önemlidir. Bu pozisyonlardan birisini seçtiğinde tüm senaryoyu ona uygun
düzenliyor. Burada iki pozisyon vardır: iyiyim/iyi değilim.
Ben iyiyim-sen iyisin. Bu çok sağlıklı bakış açısıdır. Bu
hayati problemlerin çözümünde başkalarıyla etkileşimde olmak demektir.
Ben iyi değilim-sen iyisin. Bu kötümser senaryo üretmek
demektir, kendini başkalarından kötü görmektir.
Ben iyiyim, sen iyi değilsin. Bu savunma pozisyonudur,
başkalarını küçük görme demektir.
Ben kötüyüm, sen kötüsün. Bu tamamen yıkıcı bir pozisyondur.
Mesela ben iyiyim, sen iyi değilsin bakış açısını kabul
etmiş bireyin başkasına hayrı olmaz, o her kesi düşman olarak görür, ve zara
vermeye, kısıtlamaya çalışır, ailede despot olur.
Psiko- genetik özelliklerin dışında kişiliğin
formalaşmasında dış koşullar ve kendi verdiği kararlar da yer alıyor. Mesela
biz çok iyi özellikleri soydan ala biliriz, fakat Kipling’in kahramanı Maugli
gibi kurtların içinde büyüyüp kurt ola biliriz.. Ve ya doğuştan olumsuz
özelliklere, hastalılara sahip olduğumuz halde çok başarılı ola biliriz. Mesela
ünlü fizikçi Stephen Walking gibi.
Dış koşullar bizim gelişimimize, ben iyiyim –sen iyisin
konumuna gelip hayattan haz
almaya, dolu dolu yaşamaya neden ola bilirler.
İçimizde var olan düşünceleri ve değerleri hayatımızda
yaşarız. Biz dışarıdan yönetildiğimizi, etkilendiğimizi düşündüğümüz halde
hayatımızı kontrol edemeyiz. Bazı zaman kafamızda öyle düşünce kirliği ve
karışımı olur ki, hayatımıza aynen bu yansıyor. Biz problemi anladığımızda onu
çözmeye başlarız. Genelde biz ya problemden kaçarız ,ya da onun üzerine
gideriz, burada başka seçeneğimiz de yoktur. Problemden kaçtığımızda biz yine
sonunda ayni yere, problem olduğu yere geliriz. Çünkü biz problemi çözmek
yerine onun hakkında düşüncelerin etrafında dolaşırız. Mesela, “ben hasta olmak
istemiyorum” düşüncesi bizi sağlığa götürmez: bunu söylediğimizde biz “ben
hastayım” imgesi yaratıyoruz, daha doğrusu “ben sağlıklı ve güçlü olmak
istiyorum” demektir.
Biz hayatta ebedi yaşayacağımız gibi yaşarız. Evet,
etrafımızdaki kimseler öle bilir, fakat biz ölmeyiz. Herkesin bir gün öleceği
gerçeği sanki bize dokunmuyor gibi hissederiz.
Bronny Beye klinikte ölümcül hastalara uzun yıllar baktıktan
sonra böyle bir kitap yazmıştır:” Ölüm döşeğinde olanların beş pişmanlığı”.
Hayatlarının son günlerini yaşayan insanlardan onların pişmanlıklarını
dinlemiştir ve en çok duyduğu pişmanlıklardan liste oluşturmuştur:
- Ben istediğim gibi yaşamaya cesaretim yetmedi, hep başkalarının beklentisinde hareket ettim.
- Çok çalıştığıma pişmanım.
- Kendi duygularımı ifade edemedim diye çok pişmanım.
- Arkadaşlıklarımı kaybettim diye pişmanım.
- Kendime daha mutlu olmama izin vermediğim için pişmanım.
Fakat biz değerli okurlarım, hala hayattayız ve her şeyi
değiştire biliriz! Sadece değişimi yarına, Pazar ertesine ve ya Yeni yıla
ertelemek lazım değil, şimdi, şuan değişime başlayalım!