23 Ocak 2014 Perşembe

+ RUHSAL GELİŞİM

                    





            RUHSAL GELİŞİM




Ruhsal arınma – kişiliğimizin derin bilinçli ve bilinçsiz programlarının geçmişin duygusal yükünden arınması demektir. Biz yaşadığımız negatif deneyimlerin üzerinde çalıştığımızda kişiliğimizin bütünleşmesine hizmet ediyoruz. Ruhsal çalışma bizim karanlık yönlerimizi anladığımızda ve onları kabul edip değiştirmeye çalıştığımızda başlar. Yung’un sözlerine göre: “ Biz Bütünü özümüzü parçalara bölerek elde etmiyoruz, biz zıt taraflarımızı dengeleyerek bunu yapa biliriz”.
Aydınlanma iyi özelliklerin farkında olmakla değil, karanlık ve bilinçsiz özellikleri yüze çıkarmakla başlar. Bu noktada Yung’la hemfikiriz.
Şimdi böyle bir soru ortaya çıka bilir: Neden biz kendi özümüzün içinde zıtlıkları birleştirmeye çalışalım? Bu soruya iki cevap vardır. Birinci cevap- insan acı ve haz prensibiyle yaşıyor. İnsan haz istiyor ve acıdan nefret ediyor. İnsanın bilinçaltında hoş olmayan, negatif duygulara yol açan ve negatif durumları oluşturan kayıtlar vardır.
İkinci cevap odur ki, insanın doğasında, fıtratında yer alan“ben kimim” sorusuna cevap bulma dürtüsü ve kendi bastırılmış, parçalanmış taraflarını bir araya getirme isteği vardır. İnsan hep Bütüne ulaşmayı ister.
Biz kendimizi bilmek istiyoruz, çünkü kendimizi kısıtlanmış ve ayrılmış hissediyoruz.
Biz kendimizi ağır yüklerden, anlamsız amaçlardan arındırıp bedenimizi, zihnimizi, duygularımızı arındırıp kendimizi var etmek istiyoruz.
Ruhsal arınma bizi hayatı daha geniş şekilde anlamaya itiyor, bizim hayatın akışına uymayı öğretiyor. Ruhsal gelişim bizi geçmişin yükünden ve geleceğin endişelerinden özgür bırakıyor. Belirlenmiş maksada yönelik saf ve temiz bilinç bizim hayatta isteğe bileceğimiz en güzel şeydir.
Ruhsal arınma bize hayatımızın problemleriyle başa çıkmakta yardımcı oluyor ve bu problemler artık geçmişin çıkmazlarında yaşadıklarımızdan çok farklılar. Ruhsal arınma yeni amaçları bulma fırsatı veriyor.
Ruhsal gelişime girmiş birey kötü ve iyi, pasif ve aktif, ben ve onlar gibi zıtlıkları dengeleyip harmanlaya biliyor ve tüm Evrenin yansıması oluyor. “Ben” yok oluyor ve onun saf, sonsuz bilinci tüm Evrene yayılıyor. Bu özgür kalmış Bilinç ne yenilgi, ne de zaferi biliyor, onun beklentisi, karşıt duyguları yoktur. O, ilk başlarda kaybetmiş Bütünlüğü yeniden kazanmıştır.
Bizim iç dünyamız dış dünyaya yansıyor, dış dünya ise bize yansıyor. Bu iki bir birini yansıtan aynaya benzer. Bütün olmuş kişiliği yok etmek mümkün değildir, çünkü o daima vardır ve maddesel Evrenin dışındadır.
Bu yüksek düzeye ulaşmak isteyen varlık içindeki karşıt kutupları bulup,onları birleştirmeye çalışıyor.. Böyle bir varlık hem kadındır, hem erkek, hem çocuktur-hem olgun, yaratan ve yok eden, seyreden ve seyredilen- tüm kutupların yok oluncaya kadar. Varlık bütün oluyor, onun içinde çelişkiler yoktur, içsel ve dişsel arasında çelişkiler de yoktur.
“Benin “ özgürlüğü onun erimesiyle gerçekleşir.
Ruhsal gelişimde bizim en büyük engelimiz Egodur. Egonun esas özelliğinden biri-kendini dünyadan ayrı hissetmektir. Kendimizi ayrıştırdığımızda biz negatif,  karanlık yanlarımızı dış dünyaya yansıtıyoruz. Bu yansımanın sonucu biz kendimizi parçalara bölüyoruz ve başkalarına yansıttığımız parçalarımızın farkında değiliz. Biz deneyimlerimize etiketler yapıştırıyoruz. Bu sebeple deneyimlerimiz iyi ve kötü, sevimli ya sevimsiz,yararlı ve yararsız  oluyorlar. Biz karanlık yönlerimizi, deneyimlerimizi içimizde bastırıyoruz, derinlere gömüyoruz, ama hayat onları yüze çıkarmak için bize durumlar oluşturuyor. Bundan dolayı biz ayni duyguları tekrar tekrar yaşıyoruz, onları doğuran nedenlere şaşırıyoruz.
Dünyanın dualistik, algılayışında hep iyi ve kötü, pozitif ve negatif vardır. Ve biz durumları algıladığımız zaman bu çizginin iki tarafında da ola biliyoruz. 
Modern fizik Dünyanın bir Hologram olduğunu söylüyor. Biz Bütünün parçasıyız, ayni zamanda Bütün de bizim içimizde her zerremizde mevcuttur.
Bu o demektir ki, biz başkalarında gördüğümüz ve hissettiğimiz her şey bizim içimizdedir.
Bizim içimizde olan bizim parçamızdır, iyi ve ya kötü olması önem taşımaz. Bizim değerlerimizin ikiciliyi bizi kısıtlıyor. Biz kendimize bize hoş ve iyi gelen tarafımızı seçiyoruz. Bunun sonucu seçtiğimizin karşıtını ret ediyoruz, ama ret ettiğimiz şey de bizim parçamızdır, o da bizim içimizdedir. Mesela, kişi sevgi-nefret kutuplarından sevgiyi seçtiği vakit nefreti ret eder, nefreti hissedemez. Tam tersi nefreti seçtiğinde sevgiyi ret eder. Böyle birisi kişiliğinin yarısını gerçekleştirir.
Bizi içimizde olanın farkında olmalıyız. Biz bölünmemizin sorumluluğunu üzerimize almalıyız. Biz ret ettiğimiz Gölge taraflarımızı kabul etmeliyiz. Er ve ya geç bu bastırılmış ve ret edilmiş davranış biçimleri, düşünceler, değerler, duygular yüze çıkacaktır, çünkü onlar kişiliğimizin parçalarıdırlar. Biz bu değerlerle hatalı ve anlaşılmaz davranışlarımızı destekleyeceğiz. Mesela, biz biliyoruz ki, agresif, asi çocuğu eğitmek gerekiyor, ona ceza veririz. Çocuk büyüklerden korktuğundan agresif yanlarını gizliyor, bastırıyor. Bilinçaltında toplanmış agresiflik barajla engellenmiş suya benzer, bir gün su engeli aşıp taşar.
Bastırılmış duygular bilinçaltında hareket etmeye başlarlar. Kişi alkole, sigaraya, yemeğe kendini vermeye başlar. Oysa duygularını zamanında dışa vursaydı, çok daha sağlıklı olurdu onun için.
Gerçek gelişim “ben kimim?” sorusundan başlar. Bu sorunun cevabı ne olursa, fark etmeksizin kabul etmeliyiz. Biz gölge yanlarımızı gördüğümüzde anlıyoruz ki, biz bütün değiliz, parçalanmışız. Ama ayni zamanda bizim için yeni bütün kişiliğe yol açılıyor. Biz tüm yanlarımızı, ışıklı ve karanlık yanlarımızı birleştirdiğimizde, onları sevginin gücüyle dönüştürdüğümüzde Bütüne ulaşırız.
Aydınlanmış insan-tüm çelişkilerinden özgür kalmış insandır. Bu kadar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder