29 Kasım 2013 Cuma

+ ZENGİNLİK ÇİTASI




                                     ZENGİNLİK ÇİTASI


          Başarıya, zenginliğe engel olan bir yığın gizli blokajlarımız vardır. Bu blogumda bunlardan birisini
 araştıralım. Bizim gizli engellerimizden en önemlisini bu soruyla ifade ede biliriz: Siz hangi dünyada kendinizi
rahat hissediyorsunuz? Sınırlı geliri olan, yoksul insanların dünyasında ve ya zenginlerin dünyasında kendinizi iyi hissedersiniz? Burada tek bir cevap vardır, dersiniz, o da zenginlerin dünyası. Ama hiçte öyle olmuyor.
Nedenini şimdi basit bir misalde görürüz. Mesela siz yeni mobilya alamaya karar verdiniz. Mobilya dükkanlarında tabi sizin cebinize hitap eden ürünlere bakacaksınız. Peki sizin gelirinizi aşan, çok bahalı ürünlere nasıl yaklaşırsınız?
BUNLAR BENİM İÇİN DEĞİLDİR.
Bu sözlerle bahalı eşyaların yanından geçersiniz, onlara hiç bakmamaya gayret edersiniz. Bu şeylerin sizin için olmadığını düşünürsünüz, bunlar başka alemin eşyalarıdır, zenginler dünyasının eşyaları. Siz ise yoksullar dünyasında yaşıyorsunuz, sizin geliriniz bellidir, ve siz o dünyanın yanından geçiyorsunuz, fantastik fiyatlı eşyalara bakmaya bile cesaret etmiyorsunuz. Bunlar güzel şeylerdir, ama sizin için gerçek değiller, siz kendi gerçekliğinizde yürüyorsunuz. Bu süslü, abartılı, fantezi şeyler sizin hayatınızda değiller, sizin kendinize ait sınırlı dünyanız vardır. Bu tür düşüncelerle sizi bilinçaltınızda şimdiyi ve geleceğinizi belirliyorsunuz. Siz şuurlu şekilde ne kadar daha çok para kazanmak isteseniz, sizin bilinçaltı programınız sizi fakirler dünyasında tutacaktır.
Bu program siz fark etmediğiniz sürecinde sizden güçlü olacaktır ve refah yolunda ciddi bir engel oluşturacaktır.
  HAYAT ONLARA GÜZEL
   Şimdi mobilya dükkanımıza dönelim. Başka birileri bahalı takımlara, eşyalara yakından bakarlar, fiyatlarını öğrenirler. Ama bunları müze eşyaları gibi seyrederler. Bunları hayal bile edemezler. Evet güzel şeylerdir,ama benim değiller ve olamazlar. Derinliklerde böyle net düşünce oturmuştur:bu eşyalar başka hayatındır, başka insanlarındır, siz sadece bunları seyrede bilirsiniz. Bu bahalı şeyler normal insan için değildir, aklı başında olan bu kadar para bunlara harcamaz. Aynısı çok daha ucuza alınır Sizin hiç aklınıza gelmiyor ki, sizin de o kadar paranız ola bilir ve bu eşyaları almak sizin için sıradan bir durum haline gele bilir. Böyle bir düşünceye sahip olduğunuzda, tabi bilinçaltı sizin daha fazla para kazanmanıza sizin iradenize rağmen engel olacaktır.
   ZAMAN İÇİNDE ALINIR
    Bir grup insan var ki, onlar bahalı eşyalara baktıklarında onları gelecekte ala bileceklerini düşünüyorlar. Bu gün paranız olamaya bilir, ama yarın olur. Bu gün bu bahalı eşyaları inceleyip hoşuma gideni param olunca alırım.
Bu düşünceye sahip olanlar gerçekten er ya geç planladıkları şeyleri alıyorlar.Buradan onlar düşüncelerinde engel yaratmadıkları anlaşılır.
  HERKESİN KENDİNE GÖRE TÜKETİCİ ÇİTASI VARDIR.
    Bütün bu söylediklerimiz her kesin kendine göre tüketici çitası olduğunu gösteriyor. Kişinin içinde onun rahat ede bileceği maddesel dünyası vardır, bu dünya onun zenginlik çitasıyla sınırlıdır. Bu dünyanın dışında o her şeyi ret eder, kabul edemez. Sanki bu bahası biçilmez eşyalar, yatlar, son model fantastik arabalar başka,  uzak bir dünyada varlar. Siz bu şeylere nasıl bu kadar para verile bileceğini anlamıyorsunuz. Bu zenginlik dünyası sizin için anlaşılmaz ve yabancıdır. Siz düşüncelerinizle dünyanıza şekil veriyorsunuz, bu tür düşüncelerle zenginlik söz konusu ola bilir mi? Siz düşüncelerinizde en azla yetiniyorsunuz, nasıl bahalı eşyalara bu kadar para verilir diye şaşırıyorsunuz. Sizin derin inançlarınız sizi rahat ede bileceğiniz sınırlı dünyaya getirir.
Siz kendi zenginlik çitanızı bula bilirsiniz. Kendinize sorun:ayda kaç para gelir beni mutlu eder? O-o!-dersiniz, belki bir milyon dolar beni mutlu eder! Ama acele etmeyin ve hissedin. Göreceksiniz ki, belli bir sınırınız vardır.
Siz kafadan büyük rakamlar atsanız bile, sonra onların gerçek olmadığını ve sizi rahatsız edeceğini görürsünüz.
Birisini ayda 5000 tl mutlu eder, o birisini ise 50 bin tl. Kendi zenginlik sınırınızı bahalı dükkanlarda da keşif ede bilirsiniz. Astronomik fiyatlı yatak odası takımına baktığınızda kendinizi bu yatakta dinlendiğinizi göre bilir misiniz?  Bu eşyaları kendinize yakıştıra bilir misiniz?
Zenginlik sınırınız, ya da çitanız düşükse siz zengin olma hayalini bırakın. Çok paraya sahip olma arzunuz hep arzu olarak kalacaktır, içinizdeki engel sizin arzunuzdan güçlüdür. Zenginlik çitanız aşağılarda olunca, para elinize geçse bile, onu kısa zamanda harcarsınız, birilerine yardım edersiniz, yanlış işe yatırırsınız ve sonunda eski halinize dönersiniz.
Peki ne yapmalı?  Her şeye rağmen, sınırlara rağmen siz zengin olmak istiyorsunuz. Burada kendi çitanızı belirledikten sonra onu yükseltmeye gayret etmekten başlamalısınız. Bahalı eşyalara, zengin insanlara bakış açınızı değiştirin. Zenginliğin işaretlerini dünyanıza alın, onlara alışın.Sizin cüzdanınızı aşan eşyayı görünce sinirlenmeyin, buna bu kadar para verilir mi, demeyin, sadece onun ne kadar hoş, kaliteli olduğunu görün. Ara sıra bahalı arabaları, evleri, mobilyaları hayalinize getirin, onlara sahip olduğunuzu imajine edin. Ama dikkatli olun. Zenginliği idealize etmekten kaçının, bahalı şeylere ihtiyaç duyup üzülmeyin. Ruh haliniz aynen böyle olacaktır: siz güzel şeylerden hoşlanıyorsunuz ve kısa zamanda onların hayatınıza gireceğinden eminsiniz.



+ KAFANIZDA NE KADAR PARA VAR?


                                KAFANIZDA NE KADAR PARA VAR?



           Gerçekten kafanızda hiç para var mı?  Ayni soruyu başka türlü sora biliriz: Siz parayı düşünüyor musunuz?  Düşüncelerinizde paranın yeri nedir?
Her insanın yaşamında onun odak alanları vardır: iş, aile, özel ilişkiler, hobiler. Kişinin düşünceleri, duyguları, arzuları bu ilgili olduğu alanda hareket eder. Ve burada paranın önemli bir yeri yoktur. Parayı bir ödeme gerektiğinde ve para olmayınca hatırlarız. Bundan dolayı biz iş, metafizik, yaratıcılık, sanat hakkında fazla düşündüğümüzde paramız olmaz. Biz düşüncelerimizle dünyamızı şekillendiriyoruz, yani biz neyi düşünürüz onu da sözün tam anlamıyla alıyoruz. Kafamızda para yoksa, cüzdanımızda da olmayacaktır. Başka değişle kafamızda ne varsa, cüzdanımızda da o vardır. Peki parayı kafada tutmak ne demektir? Para hakkında düşünmek demektir. Tabi sıkıntıda olduğunuzu, paranın yetmediğini, ihtiyacınız olduğunu değil. Bir milyon doları da düşünmenizi demiyorum. Sadece sizi rahat ve mutlu edecek parayı aklınıza getirin. İstediğiniz para size gelince hayatınızda ne gibi güzellikler olacağını düşünün. Bu düşüncelerle Yüce Eğitim Merkezinde sizi izleyenlere mesaj gönderiyorsunuz: siz parayı seviyorsunuz ve onun sizin hayatınıza yararı olacaktır. Paranı kendiniz için kullanacaksınız, etrafınızdaki dünyanı değiştirmek için değil. Kafanızdaki düşünceleri bu şekil değiştirdiğinizde para size gelir.
PARA HAKKINDA POZİTİF DÜŞÜNÜN. Bu önemli ilkedir. Siz hep “kahrolası para, yoktur ve olmayacaktır” deseniz para gerçekten olmayacaktır. Dünya sizin aynanızdır ve sizin düşüncenizi yansıtacaktır.
Kafanızda paranın yokluğu düşüncesi varsa, ayni bu düşüncenin doğrultusunda yaşamınız devam eder.
Bunun için sizi mutlu edecek paranı ve onu nasıl harcayacağınızı düşünmeye başlayın. Bir tek olumlu senaryolar üretin düşüncenizde ve onların gerçeğe dönüştüğünü görün.
ARA SIRA TOPRAKLANIN
İnsanların para kıtlığı çekmesinin bir nedeni daha vardır. Son dönemlerde ezoterik, mistik, ruhsal gelişime, metafiziğe ait literatür geniş yer almaktadır. Bu o demektir ki, insanların ilgi alanı maddesel dünyadan ruhsal aleme yönelmektedir. Bu güzel bir gelişimdir. Ama ruhsal alemin maddesel dünyevi işlerle fazla ilgisi yoktur.
Onun için sizin ruhsal gelişiminiz önemlidir, cebinizdeki para değil. Kendinizi ruhsal arayışlara, metafiziğe büsbütün kaptırsanız, paranız olmaz. Bazı iş adamları ruhsal gelişime soyununca işleri bozulur, kendisinin ve işçilerinin geliri hızla azalır. Ben şimdi size ruhsal gelişimden vaaz geçin demiyorum. Burada denge çok önemlidir. Siz ruhsal gelişiminizi dünyevi işlerle dengelemek zorundasınız. Zaman zaman ruhsal çalışmalarınızı, ezoterik araştırmalarınızı bırakın ve dünyaya inin. Siz buradasınız, ve size  burada para lazımdır. Eğer siz hep ruhsallığı, sanatı, sporu düşünüyorsunuz, parayı hiç düşünmüyorsunuz- acil olarak topraklanın. Buraya, dünyaya inin ve paranı düşünmeye başlayın. Gün içinde üç saatinizi paraya ayırın. Düşüncelerinizi takip edin, onları denetime alın. Para gerçekten çok az kişinin hayatında büyük önem taşır, çoğumuz ona zaman ayıramayız. Evet bir tek onun yokluğunda onu düşünürüz. Böyle olunca gün içinde paranı hatırlatacak işaretler düzenleyin. İşaretleri sizin yaratıcılığınıza bırakıyorum. Mesela, buz dolabının üzerine para yapıştıra bilirsiniz. İşaretleri her gördüğünüzde ne kadar paranız olacağını ve bundan nasıl mutlu olacağınızı düşünün.


28 Kasım 2013 Perşembe

+ ZENGİNLİĞİ ENGELLEYEN PROGRAMLAR





          +     ZENGİNLİĞİ ENGELLEYEN PROGRAMLAR

Hayat bir okul olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Bizim yaşadığımız tüm durumlar ve olaylar bize verilen derslerdir. Bu Yüce Eğitim Sisteminin bize ders vermesinin bir yolu da bilinçaltımızdaki negatif programların tezahür etmesi için durumlar yaratmaktır. Para ve zenginlikle de ilgili bizim bilinçaltımızda bir yığın program vardır.
Bu programların ve ya düşünce kalıplarının bilinçaltımızda yerleşmesinin birkaç nedeni vardır:
  1. Anne babamızdan bize miras kalan programlar;
  2. Bizim için otorite olan kişilerden bize telkin edinmiş düşünceler;
  3.  Parayla ilgili kötü deneyimleriniz.
 Bizim para kazanmamıza engel olan birçok düşünce kalıplarımızı araştırmaya çalışalım.
Siz parayla ilgili davranışlarınızı ve düşüncelerinizi inceleyip içinizden kendi kalıplarınızı “çıkara” bilirsiniz.
Sizin için parayla ilgili en önemli şey nedir? Bu soruya cevap bulmak çok önemlidir, çünkü sizin parasal probleminizin temelinde yatan şey budur.
Bakalım para konusunda hangi düşünce kalıpları bizlere sorun yaşatıyorlar.
Para önemli değildir;
Her şey para değildir;
Boşuna para harcama;
Yorganına göre ayağını uzat, yani gelirine göre hayatını kur;
      Dürüst olunca para olmuyor;
Helal parayla zengin olunmuyor;
Zenginlik mutluluk getirmiyor
Zengin olmak sakıncalıdır;
Ben alnımın teriyle para kazanıyorum;
Paranı sakla;
Ben fakir olsam da dürüstüm
Dersiniz ki, bu düşüncelerin nesi negatiftir? Bunlar insanların tecrübesiyle yoğrulmuş felsefi bakış açılarıdır.
 Ama böyle değildir. Bu ifadelerin her biri sizin bilinçaltınızda bir programdır ve hayatınız bu programa göre şekil alıyor. Siz bilinçli şekilde durumunuzu iyileştirmek istediğinizde, bilinçaltındaki kalıp sizden güçlü oluyor ve sizin maddesel durumunuzu sonuçta o belirliyor.
Her şey para değildir- kalıbının nasıl çalıştığına bakalım.
 Sizin maddi değerlere önem verilmediği bir ailede büyüdüğünüzü var sayalım. Anne babanız  kendilerini sanata, bilime, hizmete, sevdikleri işe adamışlar ve maddi çıkarların peşinde koşmamışlar. Onlar için önemli iyi insan olmak idi, para önemli değildi. Onların parası vardı, ama fazla para kazanmak endişeleri yoktu.
Para gerçekten onla için önemli değildi. Ve onlar bu düşünceyi size aşılamaya çalışmışlar ki, sizin de hayatınız anlamlı ve yaratıcı olsun. Ama siz onlar gibi değilsiniz. Zaten karmik gidişata göre siz onların tam tersi olacaksınız, onların dersini yaratacaksınız. Siz farkında olmadan onların değerlerini yıkmaya görevlisiniz ki, onlar karmik “eğitimlerini” tamamlasınlar. Sizi yaratıcılık, sanat, insanlığa hizmet fazla ilgilendirmiyor, siz çalışıyorsunuz ve fazla para kazanmak istiyorsunuz. İşinize bağlı olmadığınızdan sizin için nerede çalışacağınızın önemi yoktur. Görünürde sizin için iyi gelirli bir iş bulmak zor olmaması gerekiyor. Ama hiç de öyle değildir. Kendinize göre dolgun maaşlı iş bulamıyorsunuz. Nereye gitseniz sizi iyice kullanıyorlar ve karşılığını vermek istemiyorlar. Neden? Çünkü bilinçaltınızda “para önemli değildir” kaydı vardır ve sizi yönetiyor. Nereye gitseniz orada iyi ilişkiler, güzel insanlar, yaratıcılık, dayanışma, arkadaşlık önemli olacaktır. Her şey önemli olacaktır. PARANIN DIŞINDA.
PARA ALIN TERİYLE KAZANILIR .
Bu düşünce kaydı çocuklukta babanızdan, dedenizden ve ya saygı duyduğunuz birisinden size gele bilir. Bu program sizin hayatınızı baya etkiler. Bilinçaltınız hayatınızı öyle şekillendirir ki, siz kolay ve paralı iş asla bulamazsınız. Hep ağır işlerde çalışırsınız ve hep az alırsınız.
YORGANINA GÖRE AYAĞINI UZAT.
Bu program insanı hep ayni hayat seviyesinde belirli gelirle yaşamaya mahkum eder. Kişi kısıtlayıcı programın dışına çıkamaz. Genelde bu düşünceye başarısız, zorluklar içinde yaşayan kişiler sahipler. Onlar bu kalıbı evlatlarına aşılıyorlar. Bilinçaltınızda bu kalıp yerleşmişse, siz hep az şeylerle yetinmeye çalışacaksınız, daha fazlasını istemeye cesaretiniz olmayacaktır.
ÇOK PARA İNSANI BOZAR.
Bu yanlış düşünce başkalarının değil, sizin de deneyimize bağlı ola bilir. Bir zamanlar elinize büyük para geçmiştir. Bu büyük sınavdır ve siz bu sınavı kaldıramadınız. Erkekler bu tür durumlarda ,yani ellerine fazla para geçtiğinde genelde sapıtıyorlar, kadınlar ise alış-veriş bağımlısına dönüşüyorlar. Ayni zamanda kişilik bozuluyor (kendini beğenmişlik, kibir) , yakın çevreyle ilişkiler bozuluyor. Bir süre sonra para da bitiyor ve kişi eski haline dönüyor. Şimdi o artık paradan korkuyor. Bilinçli o yine de para kazanma ister, ama bilinçaltındaki kayıt ciddi bir engel yaratır. Şimdi kişi sadece normal insan olmak istiyor, tabi ki parasız.
Biz yanlış düşünce kalıplarının nasıl çalıştığını gördük. Sizin yapacağınız iş- kendi hayatınızı iyice inceleyip parayla ilgili bilinçaltı kayıtlarınızı bulmaktır. Parasal problemlere neden olmuş kalıbınızı bulduğunuzda onun yanlış olduğunu kabul edip başka, pozitif düşünceyle değiştirmelisiniz.


27 Kasım 2013 Çarşamba

+RUHUMUZUN SORUNLARI




                                             RUHUMUZUN SORUNLARI

      
       Bazı zaman bizim düşünce- değer kalıplarımızla ilgisi olmayan sorunlar yaşarız hayatımızda. Bu bizim ruhumuzun geçmiş hayatlarda halledemediği sorunların ve kayıtların yaşamımıza taşıdığı sorunlardır. Ve ya geçmiş hayata inanmayanlar için – bizim RNA- da kayıtlı soydan gelen bilgilerin yaşamımıza garip yansımasıdır. İkinci fikir bana daha sıcak geliyor, çünkü hatırlamadığım, bilmediğim geçmişte birisinin(ruhum olsa bile) yaptığı şeyin bedelini ödemek fikri bana haksızlık gibi gözüküyor. Öyle ve ya böyle bazılarımız anlam veremedikleri problemler yaşaya biliyor. Mesela, yükseklikten hiç düşmemiş ve ya hiç çıkmamış birisi yükseklikten korkuyor, suda daha önce hiç boğulmamış birisi sudan korkuyor. Fobilerin çoğu geçmiş hayat kayıtlarımızla ilgilidir. Bazı kişilerin arasında anlaşılmaz ve bitmeyen hesaplaşma şeklinde bağ olduğunu görürüz. Buna karmik düğüm deniliyor.
Ama bunu da belirtmemiz lazım ki, her problemde geçmişin karmasını aramak doğru değildir. Genel yaşadığımız sorunların kaynağı bizim yüksek değerlerimize, ideyallarımıza yapışmamızdır ve bununla ilgili bize verilen derslerdir.
Her yaşadığımız olumsuzlukta geçmişin karmasını sorunlu tutmak tabi çok işimize gelir. Biz suçsuz kurban oluyoruz, “bu benim karmamdır” deyip rahatlıyoruz.
Size kurban rolünden çıkmayı ve hayatınızın patronu olmayı öneriyorum. Dediğimiz karmik sorunları bile bir şekilde çözmek mümkündür. Ölümsüz ruhumuzun bize bu hayatımıza taşıdığı bilgiyi öğrene biliriz. Bunu nasıl yaparız? İlk önce hayatımızda karmik problemi bulup adını koymalıyız.. Mesela, birisi çocukluğundan panik şekilde sudan korkuyorsa ve asla hiç deneyimi olmadan denize girmekten korkuyorsa, geçmiş hayatında suda boğularak ölmüştür diye biliriz. Tabi hangi koşullarda boğulması da önemlidir. Sudan korkma sorunu bu hayatta hiç suda boğulma  durumu hiç olmadıysa-bu problem karmik sayıla bilir. Bu detayı unutmamak lazım.
Sorunu belirttikten sonra, yani bir probleminizin karmik karakter taşıdığına inandığınızdan sonra bir düşünmeniz lazım. Bu problemi hangi olay, durum yarata bilirdi. Meditasyon halinde bunu yüksek benliğinize sora bilirsiniz.
Bunun için özel geçmiş hayat meditasyonları vardır. Ama sade meditasyon yaparak da sorunuza cevap ala bilirsiniz. Sahneler, vizyonlar gözünüzün önüne gele bilir. Soruyu uyumadan önce de sora bilirsiniz. Cevap rüya şeklinde gelir. Bu net bir rüya olur, geçmiş hayatınızın olaylarını görürsünüz. Ve ya kodlanmış sembolik rüya görürsünüz, rüyanı sizin çözmeniz, anlamanız gerekecektir.
Kendiniz sorunuza cevap alamadığınız durumda iyi duru görüye ve ya enerji uzmanına baş vura bilirsiniz. Burada size kendi deneyimimi anlatmak istiyorum. Benim doğuştan sırtımda, kaburganın üzerinde bir morluk vardı. Kendimi bildim bileli bu yer hep acırdı. Ağır bir şey kaldırdığımda, fiziksel iş yaptığımda acı çoğalırdı. Doktor tanısı da kasın yırtılmasıydı. Bu rahatsızlık uzun zaman sürdü. Daha sonra bir enerji seansı esnasında garip bir şey yaşadım. Sırtıma bir anlık keskin ağrı girdi, nefesimi tuttum, sonra bıraktım. Bu seansı yapan enerji uzmanı kadın ayni zamanda görme yetisine sahipti. Ne olduğunu ona sordum. Cevabı beni şaşırttı. Kadın dedi ki, sırtımda saplanmış bir hançer vardı,  orta çağ savaşçısı şeklinde bir varlık o hançeri çıkardı. Açıklamanı kadının hayal gücüne bağladım ve fazla önem vermedim. Ama o seanstan sonra sırtımdaki acı  beni tamamen terk etti. Burada ne oldu? Geçmiş yaşamımda o hançer savaş esnasında sırtıma girmiş ve muhtemelen ölümüme neden olmuştur. Ve ya soyumdan gelen bir kayıttır, benim bedenimde bilmediğim bir nedenle tezahür etmiştir.
Enerji çalışmasında bu kayıt, ister geçmiş hayat kaydı, ister RNA kaydı (benim için önemi yoktur) silinmiştir.
 Şimdi diyelim sorunuza cevap aldınız. Yaşadığınız problemin geçmiş hayatla bağlantısını buldunuz. Olayı vizyon şeklinde gördünüz. Ne yapmanız gerekiyor?
Çok basit. Aldığınız bilgiyi değiştirip yeniden bilinçaltına yerleştireceksiniz. Bunu meditasyon zamanı yapacaksınız. İstediğiniz senaryoyu imajine edeceksiniz. Rüyada ve ya meditasyon zamanı gördüğünüz korkunç olayı olumlu şekilde değiştirip mutlu sona bağlayacaksınız. Mesela size toprağa gömülerek öldüğünüzün vizyonu gelmişse, siz kendi çalışmanızda birilerinin gelip o toprağı üzerinizden atıp sizi kurtarmalarını hayal edin.
Bu işlem kötü rüyalar için de geçerlidir. Kabus görüp yataktan fırladıysanız, hemen kendinize mutlu son senaryosu kurun, sonra uyumaya devam edin.Bunu sabah uyndığınızda da yapa bilirsiniz. Siz olayları yeniden kodladınız. Bu o demektir ki geleceğinizde iyi değişimler yaptınız. Belki bu kötü rüya negatif bir durumun habercisiydi, siz onu değiştirdiniz.
Böylece ruhumuzu negatif bilgiden arındırmak için yapacağımız şey-problemi anlamak ve sonra olayın sonunu değiştirmek ve yeniden yazmaktır.




26 Kasım 2013 Salı

+DERSLERİNİZİ ENGELLEYİN



                              DERSLERİNİZİ ENGELLEYİN 

         
                  Affetme meditasyonu bize negatif duygularımızdan arınmaya yardımcı olur. Yeni duygularımızla da böyle mücadele ede biliriz. Ama daha derin değişiklere ihtiyacımız vardır, yoksa hayatımızı negatif duygularla savaş alanına dönüşür. Biz yanlış idealarımızdan ve düşüncelerimizden arınmalıyız. Çünkü biz hep düşüncelerimizle ve  idealize ettiğimiz  değerlerle hayatımızı zorlaştırıyoruz, onların vasıtasıyla biz eğitiliyoruz, hayatı derslerimiz onların yıkılmasıyla gerçekleşiyor. Bu dersleri almamak için, sakin ve huzurlu yaşamak için bu değerlerimizden kurtulmalıyız. Yeni duygu kayıtlarının ortaya çıkmaması için, yeni üzüntüler yaşamamak için biz beklentilerimizden çıkmalıyız. Hepimizin idealize ettiğimiz beklentilerimiz vardır. Gerçeklik bizim idealize ettiğimiz dünyadan maalesef çoğu zaman farklıdır. Kimse (eşimiz, çocuğumuz, ailemiz, insanlar) bizim istediğimiz kalıplara uymuyor, istediğimiz gibi olmuyor. Olaylar bizim olması gereken senaryoyla ilerlemiyor.
Ve biz idealarımızın yıkıldığında çok üzülürüz, endişe ederiz, öfkeleniriz. Yeni negatif duygular duygusal
bedenimizde yazılır. Bu kısır döngüden çıkmak için tüm yanlış düşünce kalıplarından arınmalıyız.
 Biz nasıl bir kişiyle yaşadığımız negatif duygulardan onu olduğu gibi kabul ederek kurtulmaya çalıştıksa, burada da hayatımızı zorlaştıran beklentilerimizden kurtulmalıyız. Bir kere hayatımızı, yaşadığımız her şeyi kabul etmeliyiz. Şükretmeliyiz. Yaşadığımız hayata sevinmeliyiz. Şimdi “En kötü şeyleri yaşıyorum, nasıl ve neye sevine bilirim?”-diye isyan edersiniz. Ama en kötüsünü yaşamıyorsunuz, düşünseniz daha da kötüsü ola bileceğini görürsünüz. Yani kötünün bir altı her zaman vardır. Kötünün kötüsü. Bunun için ne olursa olsun bizim için sevinmeye bir sebep vardır: bundan daha kötü ola bilirdi. Şükür dediğimiz şey de bu gerçeğe dayalıdır.
Biz hayatımızın hangi bölümünden hoşnut değilsek, burada işler daha da kötüye gitmeye başlar. Böylece bize dersimizi öğrenmeye fırsat verilir. Şimdi bu dersi önlemek için biz dersi bildiğimizi önceden göstermeliyiz.
Olumsuz düşünceleri silip olumlu düşünceleri bilinçaltına yerleştirmenin birçok tekniği vardır.Size sunacağım yöntem de bunlardan birisidir.
Olumsuz geleceği beklemeyelim. Hayatın bize vermek istediği dersi kendimiz düşüncemizde tahmin ede biliriz.
Bu eğitim sisteminin nasıl çalıştığını biliriz. Biz verilecek dersi önleyelim. Nasıl?  Sakin bir yere çekilip meditasyon halinde sizi rahatsız eden problemi düşünün. Yaşadığımız olumsuzluğun daha kötü senaryosunu hayal edelim. Kendimize aynen bunu söylemeliyiz: “ Hayat! Sen benim iyiliğim için bana bu dersi vermek istediğinde ben bunu minnettarlıkla kabul ederim. Bu dersi almam gerekiyorsa, alırım ve sana teşekkür ederim. Ama mümkün ise bu olay(durum) böyle (siz istediğiniz senaryoyu iletiyorsunuz) olsun.”
Siz olumsuz gidişatı tahmin edip olacakları direnç göstermeden kabul edeceğinizi belirtiyorsunuz ve ayni zamanda mümkünse siz istediğiniz senaryonun gerçekleşmesini rica ediyorsunuz. Siz şimdiki durumu da kabul ediyorsunuz, bu durumu ve ya problemi yanlış davranışınızla ve düşüncenizle yarattığınızı kabul ediyorsunuz. Durumun daha da kötü ola bileceğini kabul ediyorsunuz. Ama kendiniz için daha iyi çözüm istiyorsunuz.
Biz daha kötü senaryoyu göz önüne getirerek onu kesinlikle sipariş etmiyoruz. Bundan kuşkunuz olmasın.Siz bu teknikle sadece ola bilecek dersinizin önlemini alıyorsunuz.
Bu işlemi tüm problemlerinizi ve hayatınızın olumsuz taraflarını ele alarak yapa bilirsiniz. Ama haftada bir kere yapsanız daha iyi olur. Durmadan kötü senaryo üretmenize gerek yoktur. Bir defasında hayal edip, teşekkür edip, daha iyisini isteyerek unutmak lazımdır. Durumunuz ne kadar kötü olursa, bu işlemi yaptığınızda kendinizi iyi hissedeceksiniz, olanlara sevineceksiniz, kabullendiğinizde ise durum da iyileşecektir.
“ Çok kötü bir şey oldu, daha da kötüsü olamaz!”-dediğiniz zaman bu tekniği uygulamanızı öneriyorum. Bu 10 dakikalık çalışma tepkilerinizde ani değişim sağlaya bilir ve duygularınız değerini yitirir.



25 Kasım 2013 Pazartesi

+AFFETME FORMÜLÜ



                                    AFFETME FORMÜLÜ


                Uzun zaman size negatif duygular yaşatan kişiyle ve ya durumla ilgili düşünce kalıplarını silmek için ilk başta değişik bilinç haline girmeniz iyi olur. Bu sizin çalışmanızı daha da etkili kılar. Affetme meditasyonuna girmeden önce affetme formülünün ilk aşaması olan cümleni kağıda yazmanız lazım. Diyelim ki, siz eşinizle ilgili negatif duyguları silmek istiyorsunuz. Burada genel bir olumlama vardır: “ Ben eşimi affediyorum ve onu olduğu gibi (Allah'ın yarattığı) gibi kabul ediyorum.”  Ama önce ona yaptıklarınızı hatırlayıp ondan özür dileyeceksiniz, sonrada onun size yaptıkları haksızlıkları sıralayıp onu affedeceksiniz.
1.Ben eşimden özür diliyorum.
   Sonra her bir davranışınıza göre cümleler yazıp af dileye bilirsiniz. Mesela:
  1. Seninle yeterince ilgilenmediğimi için senden özür diliyorum. Sana bağırdığım için senden özür diliyorum. Sana yalan söylediğim için özür diliyorum. Seni kıskandığım için özür diliyorum.
Burada bu insana karşı yaptığınız tüm şeyleri sıralaya bilirsiniz. Hepsini yaza bilirsiniz.
Hiç çekinmeyin, yazın, yazmaya çok şeyiniz olduğundan eminim. Bazı zaman bu meditasyonu yürüyüşte yapa bilirsiniz. O zaman yazmaya fırsatınız olmayacaktır, sadece aklınıza gelen cümleleri tekrarlayın. Yazdığınız ve ya söylediğiniz cümleleri birkaç dakika tekrarlamanız lazımdır. Ta ki göğüs boşluğunuzda bir sıcaklık hissedene kadar. Bu o demektir ki bilinçaltınız harekete geçiyor, blokajlar yerinden oynuyor. Duygusal yapıya sahip kişiler bu sıcaklığı hemen hissederler, ama tekrarlamayı yine de devam etmeleri uygun olur. Uzun yıllar ilişkide olduğunuz ve bir yığın negatif duygular topladığınız kişiyle çalışmanız 4-5 saati bulur. Tabi bu zaman kısa 10-15 dakikalık çalışmalardan oluşuyor ve bu işlemi birkaç gün içinde bitire bilirsiniz.
Şimdi ikinci adıma geçelim. Burada eşinizi siz affedeceksiniz.
  1. Seni sevgiyle affediyorum. Yine eşinizin size çektirdiği derin üzüntü ve kızgınlıklar için onu sevgiyle affedeceksiniz. Bunları kağıda dökseniz daha iyi olur. Mesela:
Bana kötü davrandığın için seni affediyorum. Beni sevmediğin için seni affediyorum. Bana sahip çıkmadığın için seni affediyorum.
Burada belirli olayları da yaza bilirsiniz, yani daha ayrıntılı cümleler kura bilirsiniz.
Size bu cümleler komik gele bilir. Adam ve ya kadın beni başkasıyla aldattı, yalan söyledi, benim hayatımı kararttı, neden şimdi onu affedeyim?-diye isyan ede bilirsiniz.
     Evet, haklısınız, ama hayatınızı aydınlatmak için başka çareniz yoktur. Bu duygu kaydı sizin bilinçaltınızdan hayatınızı şekillendirmeye devam edecektir. Bundan emin olun. Siz olayı unutsanız bile olay sizi unutmayacaktır ve karşınıza yine hayatınızı karatan kişiler çıkacaktır. Siz bu işlemi kendiniz için yapıyorsunuz, kendinizin özgürlüğü ve mutluluğu için. Bir de gidip ondan özür dileyenin ve affedin demiyoruz. Bu işlem sizin içsel çalışmanızdır.
Şimdi çalışma yaptığınız kişini affetme cümlelerini de uzun süre tekrarlamanız gerekiyor.
Yine göğsünüzde sıcaklık hissedeceksiniz. Gözünüzü kapatıp çalıştığınız kişiyi hayal edin,
Eğer çalışmanız iyi sonuçlanmışsa, o size bakacaktır, belki de gülümseyecektir, el sallayacaktır.
Blokajı silemediğiniz de o yüzünü sizden çevirecektir.
Affetme meditasyonunuzu hayatınızda önemli olan her kes ile yapmanız lazım. Bir kişiyle kaydınızı silmek enerji bedeninizi ,bilinçaltınızı arındırmaz. Biz genel arınma sürecine girdiğimizde tüm negatif kayıtları silmeliyiz. Annenizle, babanızla, çocuğunuzla, arkadaşınızla, size negatif duyguları bir şekilde yaşatmış her kişiyle çalışma yapın.
Kendinizle çalışmanız gerekiyor. Kendinizi sevmediğiniz, kendinize kızdığınız anlar olmuştur. Burada ayni formülü kullanacaksın: “Ben kendimden duygularım ve düşüncelerim için özür diliyorum. Ben sevgiyle kendimi affediyorum.” İnsanlar kendilerini suçluyorlar, kızıyorlar, yargılıyorlar (ben başarısızım, çirkinim, utangacım, geri zekalıyım). Kendini yargılamak başkasını yargılamak kadar günahtır. Kendinizi affedip sevmelisiniz.
Ayni işlemi genel hayatınız için yapa bilirsiniz. Sizin Hayata küstüğünüz zamanlar olmuştur.
Ayni formülü hayatla ilgili kullanacağız. “ Ben sevgiyle hayatı affediyorum ve onu olduğu gibi kabul ediyorum. Ben sevgiyle hayattan ona olan düşüncelerim için özür diliyorum. Hayat beni sevgiyle affediyor.” Hayatı affetme meditasyonu da sizden uzun zaman ala bilir.Bu sizin hayata küstüğünüz ve kızdığınız anlara bağlı.
Negatif duygu kayıtlarını enerji bedeninizde oluşmuş  yoğun, siyah yapışkan madde gibi düşünün.
Siz şimdi elinize silgi alıp bu lekeyi silmeye çalışıyorsunuz. Her harekette lekenin küçük bir parçasını sile bilirsiniz. Tüm lekeyi silmek için baya el hareketi gerekecektir.
Bunun için genel her kesi ve her şeyi affetme formülü işe yaramıyor. Siz ne kadar ayrıntılı, net durumlarla ve insanlarla çalışsanız o kadar başarılı olursunuz. Enerji bedeninizde oluşmuş kocaman lekeleri uzun çalışmalarla sile bilirsiniz.

24 Kasım 2013 Pazar

+GEÇMİŞİNİZİ SİLİN



                                       GEÇMİŞİNİZİ  SİLİN


Biz hayatımız boyunca birilerine küseriz, kırılırız, kızarız. Kırk yaşlarına gelince artık sırtımızda büyük kırgınlık yükü taşıyoruz. Bazı kişilere ait negatif düşünce kalıpları oluşmuştur. Bu kişiler adeta babamız, annemiz, çocuğumuz, eşimiz ,sevgilimiz ve ya başka karşılaştığımız ve üzüntü yaşadığımız kişiler ola bilir.
 Zaman içinde kırılma ve suçlamalar azalıyor, biz olayları unuttukça duygularımız da geçiyor.
Biz böyle düşüne biliriz, ama durum böyle değildir. Duygular ve negatif düşünceler derinliklerimizde, enerji bedenimizde kayıtlı dırlar ve kaybolmuyorlar. Sizi uzun müddet üzmüş kişilere duyduğunuz öfke, yargılama, küskünlüğünüz yoğun bir blokaj yaratmıştır ve bu kişiyi unutmakla bu blokajdan kurtulamazsınız. Sizi üzenleri affetseniz bile bu blokaj çözülmez. Çözülmeyen blokaj sizi yargıladığınız kişiyle ayni pozisyona getirir, ruhsal eğitmeniniz sizi yargılanan duruma düşürür .
Mesela ailede bunu belirgin şekilde izleriz. Çocukken anne babamızı içten suçlarız, yanlış yaptıklarını düşünürüz, dengeli ilişki kuramadıklarından ötürü onlara küseriz. Büyüdüğümüzde onları daha çok anlarız, suçlamayı bırakırız, ama o negatif duygular bilinçaltımızdan silinmez ve işini görür. Zaman içinde annemize ve ya babamıza daha çok benzemeye başlarız, çoğu zaman aynı hataları yaparız. Ailesinde sevgi, güzel ilişki görmeyen çocuk bunu yargılayıp doğru olmadığını anlasa bile, büyüdüğünde asla sevgi, saygı dolu aile hayatı kuramaz. Etrafınızda izleseniz buna çok şaşırtıcı örnekler görürsünüz.
Psikologlar genelde kişini onlara yönelten ve hayatlarını zehir eden bir duyguyla çalışırlar. Mesela, sevgilisi terk etti, karısı başka adama kaçtı ve saire. Ama bizim hayatımızı etkileyen hiç farkında olmadığımız bir yığın kayıtlarımız vardır. Genel arınmada onların hepsinden, hiç olmasa çoğundan kurtulmamız lazımdır.
Bunun için tüm tanıdığınız ve yakın ilişkide olduğunuz insanların listesini yazmaya öneriyorum. Tabi ilk başta size güçlü negatif sarsıntılar yaşatmış kişilerin. Siz kendinizi bu duygulardan temizlemelisiniz. Bu kolay iş değildir, baya da zamanınızı alır. Ama bu geçmişin olumsuz yükünü de taşımanın anlamı yoktur. Bu yük daima karşınıza engel olarak çıkar.
Bazı zaman her kesi affedersiniz, herkesi seversiniz, ama hayatınızda değişimler olmaz. Sıkıcı bir durum, değil mi? Onun için arınma işlemini aşama aşama ve titizlikle yapacaksınız.
Bir durumla ve ya kişiyle çalışma dört adım içerir:
 1.Ben sevgiyle özür diliyorum
2.Ben sevgiyle affediyorum
       3.Ben anılarımdan tüm enerjileri alıyorum
       4.Ben geçmişimi tamamen siliyorum

 Bundan sonraki blogumuzda  genel affetme formülünün bu bölümlerini ayrıntılı konuşacağız.

23 Kasım 2013 Cumartesi

+KARMA







                                                  Karma 


        Hayatımızda bir şeyler istediğimiz şekilde olmayınca üzülürüz. Genelde hepimizin hayata dair inandığımız ve idealize ettiğimiz şeyler vardır: ailemiz ve arkadaşlarımız nasıl olmalı, biz nasıl olmalıyız ve saire. Yani kafamızda değerler oluşturmuşuz ve gerçeklik bu değerlerle örtüşmediğinde, ki çoğu zaman böyle oluyor, biz ıstırap çekeriz. Böylece de karmamızı yaratırız. Derin duygusal sarsıntılar bilinçaltımızda kayıtlı olarak kalıyorlar.Biz onları unuttuk zan ederiz, ama onlar enerji bedenimizde blokajlar şeklinde varlıklarını devam ederler ve onların çözülmesi için bize hep fırsatlar sunulur. Bu duygusal blokajlar düşünce kalıpları şeklini alıyorlar. Duygu- düşünce kalıpları bizim karmamızın çoğu kısmını oluşturur. Daha doğrusu blokajlarımız, yani duygu-düşünce kalıplarımız karmamızı yaratan nedenlerden birisidir. Hayatımızın karması tam bilemediğimiz bir yerde, bilinçaltında ,enerji bedenlerimizde, fiziksel bedenimizde, belki de tüm hücrelerimizde birikiyor. Karma birikince hayat bize onu çözmek için durumlar sunuyor. Yani bizim ideallerimizin yıkılması için olaylar gelişiyor. Bir şeye aşırı önem verdiğimizde ve onu idealleştirme eylemine girdiğimizde  mutlaka bu idealin kırılması için olaylar gelişecektir, burnumuz sürtülecektir. Dersimizi almak için, gerçeği öğrenmek için her şey yapılacaktır, inatla dersi kabul etmediğimizde daha ağır dersler verilecektir. Karma mekanizmasının tarafsız ve nötr, bizim bakış açımızdan acımasız olduğunu anlasak hemen derslerimizi öğrenmeye, neden –sonuç zincirini kavramaya koşarız.
Şimdi karmamızın bir kapta, mesela camdan yapılmış şeffaf  kürede toplandığı hayal edelim. Bu bilinçaltımızı, enerji bedenimizi hayal etmekten kolaydır.
Hayatınızı analiz edip karma birikiminizin çok ve ya az olduğunu tespit ede bilirsiniz.  Eğer negatif duygularınız hayatınızın fonuna dönüşmüşse ve karma kabınız bu duygularla %90 dolmuşsa sizin ne maddi ne de özel hayatınızda başarı söz konusu olamaz.
Ama ilk önce nasıl karmamızı hesaplaya biliriz, bakalım.Bunun için çocukluğunuzdan yaşadığınız tüm duygusal ve gergin durumları hatırlamanız gerekiyor. Onların olumsuzluğuna ve derinliğine göre sıralaya bilirsiniz.
Hayatınızın çeşitli bölümlerini inceleyip hayattan ne kadar memnun olduğunuzu çıkara bilirsiniz. Size böyle bir liste sunuyorum:
   
  1. Maddesel durumunuz, para geliriniz(tabi sizin bakış açınıza göre)
  2. Kendi evinizin olması ve ya olmaması
  3. Aile hayatınız ve bundan duyduğunuz memnuniyet ve ya özel ilişkide mutluluğunuz
  4. Çocuğunuzun olması ve onunla ilişkiniz
  5. Anne babanızla ve akrabalarınızla ilişkiniz
  6. İş durumunuz ve işinizi sevmeniz.
  7. Sağlık durumunuz
  8. Kendinizden memnun olmanız
  9. Tüm hayatınızda razı olmanız

  Eğer bu göstergelerden hepsi sizde olumsuz çıktıysa, sizin” karma küreniz” dolmuştur. Eğer iki ve ya üç konuda olumsuzluklar yaşıyorsanız, karmanız %75 tir. Eğer her şey kötü gidiyorsa ve siz bir şeylerin size hep engel olduğunu hissediyorsanız, günahlarınızın hacmi % 90-95  ulaşmıştır.
Bu genel tablodur, ama daha da ayrıntılı konuşa biliriz.
Eğer siz ceza evindesiniz ve ya ölümcül hastalıkla boğuşuyorsunuz, sizin karmanız % 95 demektir. Hastalığınız ağırdır ama ölümcül değildir, o zaman karma kabınız  % 90 dolmuştur.
Büyük borçlar, trafik kazalar, yangınlar, her şeyin alt üst olması karma kabınızın % 80-85olmasını söylüyor.
Ve bu sizin kendinizi değiştirme, hayata bakış açınızı ele almak için gelen son uyarıdır.
Ailenizde sorun yaşadığınızda, özel ilişkiniz yürümediğinde, parasızlık sizi takip ettiğinde, planladığınız şeylerde başarısız olduğunuzda karmanızın değeri % 60-75 olur. Bu o kadar da kötü değildir, ama hayatınız yine de zorlaştıran şeydir.
Ve nihayet her şey yolundadır, ama daha da iyi ola bilir dediğinizde karmanız % 60 olur.
 Bundan aşağı değerler ruhsal gelişim yolunda olan kişilerde, büyük misyonlara yüklenmiş insanlarda, kendini bilime, eğitime adamış insanlarda olur.
Peki karma yükümüzü hafifletmek mümkün mü?  Karma “küremiz” doluysa, ve ya %95 ulaşmışsa, burada benim fikrimce bu hayatta artık yapacak bir şey yok. Tabi mucizevi istisnalar haricinde.
Daha az karma birikimiyle çalışmak mümkündür ve çalışmak zorundayız. Burada hala bir şeyleri değiştirmek fırsatımız vardır. Sonuçta bu sebep-sonuç zincirinde sebepleri oluşturan biziz, sebep bizim içimizdedir. Onu bulup, kabul edip sile biliriz. Bizim yaşadığımız her üzüntü, keder, sarsıntı çektiğimiz her an bizde kayıtlıdır.
En yakın zamanda yaşadığımız olumsuzluğu ele alsak, araştırsak, onun altından başka şeyler, olaylar, üzüntüler çıkacaktır. Önümüzü aydınlatmak için tüm hayatımızı gözden geçirmeliyiz. Tüm hayatımızda genel temizleme yapmamız şarttır. Bu genel temizleme olmayınca olumlu düşüncelerin, pozitif yaklaşımların, hayatınızı değiştirme adına yaptığınız hiçbir şeyin size yararı olmayacaktır.
Hayatınızı yeniden yazma, genel temizleme işlemi binlerce yıl bundan önce insanlığa sunulmuştur.
Bu affetme ve kabul etme yoludur. Derin negatif tepkimiz bizim bir şeyi istediğimiz şekilde olmadığından ortaya çıkar. Karşımızdaki bizim istediğimiz gibi hareket etmedi, istediğimizi yapmadı, bizim açımızdan olması gereken şekilde davranmadı. Ve ya olaylar istediğimiz, arzuladığımız şekli almadı. Tüm duygusal blokajlarımızın nedeni budur. Bunun için blokajın silinmesinde kabul etme eylemi çok  önemlidir.
Hayatımızı kökten bir değişim sürecine girmesi için ilk yapacağımız adım- GEÇMİŞİ SİLME –işlemidir.
Yaşadığımız tüm olayları, önemli ilişkiler kurduğumuz tüm kişileri affetmelisiniz. Affetme kabul etmeni de içerir. Siz bir şeyi kabul ettiğinizde affede bilirsiniz.Varlığını ret ettiğiniz şeyi nasıl affede bilirsiniz?
Geçmişinizi silme duygusal blokajlarınızın silinmesi demektir. Bunun bir çok tekniği vardır. Siz duygusal blokajlarımı, negatif kayıtlarımı siliyorum deseniz, bilinçaltınız tarafından sert tepkiyle karşılaşırsanız. Bunun için daha dolayısı yol, kabullenme yolunu deneyeceksiniz. Affetme ve kabullenme her zaman sevgiyle yoğrulmuş duygulardır. Bilinçaltınızın kapılarını sevgiyle açacaksınız.




20 Kasım 2013 Çarşamba

+DÜNYA AYNASINDA YANSIMANIN GECİKMESİ



                           DÜNYA AYNASINDA YANSIMANIN GECİKMESİ


  Dünya aynamızda istediğimiz şeyi elde etmek için üç basit prensibi izlememiz lazımdır: düşüncelerimizde hayalimizi netleştirmek, yansımanın gecikmesine takılmamak ve aynaya yeni oluşumun belirtilerini görmek için ara sıra göz atmak.
Ama düşüncenin maddeleşmesi her zaman geciktiğini, buna belli bir sürecin gerektiğini bildiğimiz halde yine endişeye kapıla biliriz. Biz hayalimizin hemen gerçekleşmesini isteriz, Olmayınca bunun zaten olmayacağını düşünürüz. Olmayanda- olmuyor,-deriz.
Mesela bir hayaliniz var ve siz onu hep düşünüp imajine ediyorsunuz. Ama zaman geçiyor, ortada gerçekleşen bir şey yok. Sanki mektup yazdınız, cevap ise gelmedi. Akıl hemen endişelenmeye başlar. Belki bir şeyleri yanlış yapıyorum? Ve ya bunlar hepsi saçmalıktır?
Ama, dünya hareketsiz değildir: yansımanın aynada maddeleşme süreci başlamıştır. Sadece siz bunu göremiyorsunuz. Akıl bu arada bir taraftan yansımanın geciktiğini biliyor, öte yandan hareketle sonuç arasında ani bağlantı kurmaktan vaaz geçemiyor.
Sonuç ortada yoksa zihin ne düşünüyor? Eylemin yanlış ve etkisiz olduğunu. O zaman aynaya ne yansıyor?  Aynen düşünüldüğü şey. Böylece gidişat daha da yavaşlıyor ve ya başka tarafa kayıyor.
Biz seçtiğimiz şeyin mutlaka olacağından emin olmalıyız. Ama şüphe ve endişe ediyoruz. Çünkü zihin olayların planladığı ve bildiği şekilde gitmediğinde karşı koyar. Bazı otomatlarda bir şey bozulduğunda kırmızı ışık yanar. Bizim beklemediğimiz bir durum oluştuğunda zihin de bu kırmızı ışığı yakar. Zihnimiz kendi senaryosunun dışında bir şey kabul etmek istemez. Hayal ettiğimiz şey dünyada farklı ve bilmediğimiz yollarla gerçekleşe bilir.
Biz düşüncemizde seçim yaptığımız zaman ayna siparişi alıyor ve onu gerçekleştirmek için uygun planı oluşturuyor. Bu yansımayı nasıl gerçekleştireceğini ayna kendisi biliyor, zihin bunu bilemez. Olayların garip senaryoyla gittiğini görünce biz paniğe kapıla biliriz, zihnimiz bizi uyarmaya başlar. Biz hemen dünyanın boğazına yapışıp doğru zan ettiğimiz senaryoyu gerçekleştirmek isteriz. Biz bilmiyoruz ki, aynanın kurduğu plan bizi başarıya ulaştırır. Kendi kafamızda olan plana sıkı yapışıp biz hayalimize engel oluyoruz. Bir de hemen her şeyin olmasına acele ediyoruz.
Tabi arzu ve hayal bizi hayatta sürükler. Buna bir de harekete geçme kararlığı eklesek –amaca ulaşma niyetini elde ederiz. Ama bunlara şüphe ve başarısızlık korkusunu da eklesek-bu artık hırs olacaktır. Bu da aşırı önemden doğar.  İstek ve arzu kendi başına enerji fazlası yaratmaz, ama korkularımızla ve şüphelerimizle isteğimize sarılsak bu enerji potansiyelini yaratmış oluruz.
Kişi genelde böyle düşünür: ben istiyorum, ama korkuyorum, ya olmasa, ya başaramazsam.
Onun aşırı sorumluluk duygusu ve yenik düşme korkusu şartları zorlaştırıyor. İstiyorum, korkuyorum, bırakmıyorum. Bunları yansıtan ayna çatlaya bilir.
Eğer siz hak ettiğinizi dünyadan kararlılıkla talep etmenin niyet olduğunu düşünürseniz- yanılıyorsunuz. Eğer dünyadan istediğinizi nazikçe rica edeceksiniz yine alamazsınız.
Bilin ki, sadece siz dünyaya sipariş vereceksiniz ve sonra ona bu siparişi yerine getirmesine izin vereceksiniz. Siz ona bunu yapmaya fırsat vermiyorsunuz: Talep ediyorsunuz, istiyorsunuz, korkuyorsunuz ve şüphe ediyorsunuz. Dünya da bu durumda talep ediyor, istiyor, korkuyor ve şüphe ediyor, yani sizi yansıtıyor. Çünkü o sizin aynanızdır.
Bunu hissetmeniz lazım. Dünyayı bırakın, şu an onun sizin için rahat, konforlu olmasına izin verin. Bu anlık, hafif bir duygudur, ama onu tutmaya çalışın. Bir anlığa olağanüstü manzarayı hayal edin: zor, endişeli, kaygılı ve düşmanca dünya sizin için sevinçli ve konforlu olmuştur.
Siz buna izin veriyorsunuz. Karar sizin.
Sorun bizim mutlu olmamızda değildir, biz mutluluğun hayatımıza girmesine izin vermeliyiz.
Biz ne kadar şansın yüzümüze gülmesine izin verirsek, o kadar mutlu oluruz. Kendimizi mutlu olmaya zorlamak değil, kendimize bu lüksü tanımamız lazım. Sadece dünyaya güvenin, maksada ulaşmak için neyi nasıl yapacağını o biliyor.
Dünya aynası kusursuz çalışıyor, sadece gecikiyor. Siz hep aynadaki yansımanın gerçekleşmesi için belli zaman gerektiğini kendinize hatırlatacaksınız. Bu zaman içinde inatla maksadınızı düşüneceksiniz, her şeyin ters gittiğinde bile pes etmeyeceksiniz. Ne kadar umutsuzluğa karşı gelirsiniz, o kadar alırsınız.

Etrafınıza gözlemci gözleriyle bakmaya çalışın. Siz oyunun oyuncususunuz, ama oyuna kapılmayın, her şeyi gözetleyin. Bazı zaman sahneden çıkıp izleyici olun. O zaman dizginleri elinizde tuta bilirsiniz. Ne zaman sert davranacağınızı, ne zaman rahatlayacağınızı anlarsınız. Dünyayı bırakın, akışına uyun, kendinizi bu akışın içinde izleyin. Göreceksiniz- dünya etrafınızda dönmeye başlar.

+ ÇİRKİNİ GÜZEL YAPAN PRENSİP




                         
                            +ÇİRKİNİ GÜZEL YAPAN PRENSİP


                      ÇİRKİNİ GÜZEL YAPAN PRENSİP


  Aynadaki yansımamıza sürekli odaklanmaktan vaaz geçtiğimizde, yani dünyamızı bıraktığımızda, gerçekliğimiz değişmeye başlar. Şimdi artık olaylar ve durumlar bizi yöneltmiyor, biz düşüncelerimizle onları kontrol ediyoruz. Tabi ki olumlu düşüncelerden söz ediyorum. Negatif yaklaşımları, ilişkileri ve düşünceleri tamamen bırakmamız lazım.
Düşüncelerimizde temizlik işlerine başlamamız gerekiyor. Nefret, kızgınlık, hoşnutsuzluk, isteksizlik, perişanlık, inançsızlık ve saire –bunların hepsini bir çöp torbasına toplayıp atın gitsin. Bunların size hiç yararı olmamıştır ve olmayacaktır. Siz sadece hoşlandığınız ve istediğiniz şeyleri düşüne bilirsiniz. Ayna da bu hoş şeyleri size gösterir.
Bilmeniz gerekiyor ki, olumlu değişimler hemen başlamaz. Size sabır ve farkındalık gerekecektir. Şimdi her şey değişmiştir. Siz artık aynada gördüğünüze tepki vermekle yetinmiyorsunuz, siz sorumluluğu üzerinize aldınız ve şuurlu şekilde dünyaya kendi seçtiğiniz düşünceleri gönderiyorsunuz. Gördüğünüz negatif tabloya bile pozitif yaklaşıyorsunuz. Bu kolay değildir ve garip de gözüke bilir size. Ama seçim sizindir: ya başkaları gibi olayların kurbanı olursunuz, ya da dizginleri elinize alıp kendi hayatınızı şekillendirmeye başlarsınız.
 Moralimiz durumlara göre değişe biliyor, ruh halimiz olayların iyi ve ya kötü olmasına bağlıdır. Negatif eğilimimiz ruhumuzu alt seviyelerde tutar. Moralimizi hep yükseklerde tutmaya çalışmalıyız. Niyetimizle kendi gerçekliğimizin renklerini seçe biliriz. Koşullara rağmen kendimizi canlı ve sevinçli hissedelim. Dış uyarılara rağmen içimizdeki ruh halimizi yükseklerde tutalım. Böyle bir alışkanlık edinmemiz bizim yararımıza olur. Hayatınızda her zaman sizi mutlu edecek bir ayrıntı ve ya özellik vardır. Olmasa bile, onu aklınızda yaratın. Hayalinizi göz önüne getirip orada olun ve olmuş gibi sevinin. Öte yandan hayatınızda değişimin hemen olmayacağına da hazır olun. Ve ya işler daha kötüye gide bilir. Bunlar sizi korkutmasın, asla pes etmeyin. Ayna her zaman yansımada biraz geciktiğini bilin. Siz şimdi gerçeklikle ilişkinizi yeni seviyeye taşıyorsunuz ve olumsuzluklar bu taşıma sürecine bağlıdırlar.
Aynada şimdi ne olursa olsun, aldırmayın, bilin ki sonunda o sizin oluşturduğunuz yeni düşünceyi yansıtacaktır. Siz eski alışkanlığınıza yenik düşüp aynaya bakmasanız, orada sizin istediğiniz gerçekleşecektir. Her şey sizin istediğiniz gibi olacaktır.
Unutmayın, ayna sizin içinizdeki düşünceyi maddeleştiriyor. Kendinizi artık istediğiniz oldu-olacak gibi hissedin, bu ruh haline girin.
Böyle bir kural uygulayın: aynaya bakmayın, aynaya göz atın. Orada gördüğünüz olumlu şeyleri abartın, olumsuzlara dikkat etmeyin. Mesela bir genç kız aynada kendine bakanda:”Ben çirkinim, şişmanım, kendimi hiç beğenmiyorum” dediğinde ayna bunu onaylayacaktır,etraf gerçekten kızı güzel bulmayacaktır ve bu durum hep böyle devam edecektir.. Ama aynı kız kendine “Ben her geçen gün daha da güzel oluyorum, kendimi seviyorum” dese, inanın mucize baş verir. Siz hayatınızda böyle durumlarla karşılaştığınızdan eminim.  Genç kız ne kadar kendini beğenip güzel hissederse, o kadar çok hayranı olur karşı cinsten. Ben güzelim, vazgeçilmezim diyen kişi, her kese öyle de gözükmeye başlar. Gerçekte böyle birisine özel dikkat etseniz güzellik kavramını çağrıştıran hiçbir özellik bulamaya bilirsiniz. Bu size hep bildiğiniz basit bir örnek. Yansımanın düşünceyi takip ettiğinin örneği. Farklı durumlar, olaylar ola bilir, ama bilin ki bu prensip, çirkini güzel yapan prensip hiç değişmez.
Çoğu insan düşüncelerin gerçekliği etkileye bileceğine inanmaz.”Bu kadar kolay mı? “-derler. Çoğu bunu boş sözler ve hurafe zan ederler ve hiç denemeyi düşünmezler. Ola bilir –değenler ve kabul edenler bile bunu yapmaya denemezler. İnsanlar bir şeye inanıp heveslenirler, ama kısa zamanda hevesleri geçer, bırakırlar.
Evet, sunduğumuz teknik basittir, ama yer şeyde gerektiği gibi burada da istikrarlı çalışma gerekir. Disiplin, yolu izleme, devamlılık her şeyin anahtarıdır.
Yeni düşüncelerinizin gerçek dünyada maddeleşmesi için onları sistematik şekilde uygulamanız lazımdır.
Kendi düşüncelerinizi kontrole aldığınızda siz artık gerçekliğinizi yönetmeye başlamışsınız.
Şüphelerinizi bırakın, karşı koymayın, sadece deneyin ve görün.

19 Kasım 2013 Salı

+ AYNADA DEĞİŞİM



                       AYNADA DEĞİŞİM

            

      Önem iplikleri insanı kendi aynasına sıkıca bağlıyor. Orada baş veren her şey onun hayatıdır ve doğal olarak onun için önem taşıyor. Kişi aynada gördüğünden ya hoşlanır, ya da ki hoşlanmaz. Her durumda onun düşünceleri gördükleriyle örtüştüğünden var olan gerçeklik daha da güçleniyor. Aynadaki yansıma objeyi yönetiyor ve kişi tamamen gerçekliğin kontrolünde yürüyor.
Duyguların derinliği ve gücü aynayla bağları besliyor. Ne düşündüğün önemli değildir, nasıl düşündüğün önemlidir. Yansıma hoşuna gitse de, gitmese de sen yine de onu düşünmeye devam edeceksin. Kalbin ve aklın birliğinden doğan duygu ise yansımayı belirgin hale getiriyor, onu aydınlatıyor. Sonuçta dünyamızda düşüncemizin içeriği var olmaya başlıyor.
Bundan dolayı zenginler daha zengin, fakirler ise daha fakir oluyorlar. Onlar dünya aynasına farklı bakıyorlar ve gördüklerini daha da belirgin hale getiriyorlar.
Hastane kuyruklarında bekleyen hasta, emekli maaşını bekleyen yaşlı kadın, işsizlikten bunamış ve evine kapanmış genç- bunlar hepsi kendi düşünceleriyle tatsız gerçeklikte yaşıyorlar. Bazıları ise seyahatlerde, yatlarda, beş yıldızlı otellerde –gönlünüz ne isterse. Her durumda bu düşünce doğrulanıyor: Biz böyle yaşıyoruz. Bu- bizim hayatımızdır. Daha doğrusu: biz düşündüğümüz gibi yaşıyoruz”.  Ayna düşünceni canlandırıyor ve daha da güçlendiriyor.
Burada ne söylediğinizi duyar gibiyim. İnsanlar farklı koşullarda doğarlar, gecekonduda ve ya köşkte, bu onların ezelden belirlenmiş kaderidir, düşünceleri değildir. Evet, çıkış noktası çoğu zaman hayatın gidişatını ve kalitesini belirler. Ama bu o demek değildir ki, baştaki “sermaye” hayatın tümüdür. Birçok insan en üst düzeyden hayatın diplerine düşe biliyor ve tam tersi, diplerde doğmuş birisi zirveye ulaşıyor. Eğer bu misallere kuralı doğrulayan müstesna desek, o zaman bu kuralın zemini de öyle sağlam değildir.
En derin dipte bile olsanız, bilin ki her şeyi değiştirmek mümkündür, kökten bir değişim sizin ellerinizdedir. Bunu nasıl yapacağınızı bilmeniz de önemli değildir. Çıkış yolu da kendiliğinden açılır, sizin beklemediğiniz bir yönde ve zamanda.
Size öyle geliyor ki siz koşullara bağlısınız, onlar sizi bu hayatı sürdürmeye mecbur ediyorlar.
Ama bu illüzyondur ve siz onu kolayca dağıta bilirsiniz.
Bütün mesele o ki, biz hepimiz  ayni döngünün içinde ayni yolu çiziyoruz. Biz bunu şuursuzca ama sürekli yapıyoruz.
Gerçekliğe bakıyoruz, ona tepki veriyoruz, ayna bu tepkinin içeriğini dünyaya yansıtıyor.
Gerçekliğimizi değiştirmek için bu kısır döngüden çıkmamız şarttır.
Siz hayatınıza baktığınızda gerçekliği değiştirmenin mümkün olmadığını düşünüyorsunuz. Ve durum gerçekten böyledir. Siz iç niyetinizle yansımayı değiştirmeye çalışırsınız, ama ciddi bir değişim yapamazsınız. Sizin aynada yapacağınız çok şey yoktur. Ama gerçeklikle kurduğunuz ilişkiyi değiştirmeye kalkarsınız, dış niyet devreye girer. Dış niyetin yapmayacağı şey yoktur. Aynanın arkasında aklınıza gelemeyecek varyantlar ve olaylar saklıdır.
Dış niyet mekanizmasını harekete geçirmek için dikkatinizi yansımadan alıp kendinize yöneltmelisiniz. Başka değişle düşüncelerinizi kontrol etmelisiniz. Kaçınmak istediğinizi değil, almak istediğinizi düşünün.
Aynada gördüğünüzü ret etmekten, onu yargılamak ve negatif duygularla ona bağlanıp daha da güçlü hale getirmek yerine ondan yüz çevirin. Ve kendi kafanızda görmek istediğiniz yansımayı yaratın. Bu ayna labirentinden çıkmak demektir. Dünya duruyor ve sonra bana doğru hareket etmeye başlıyor. Ve ben artık hiçbir şeyin peşinden koşmuyorum, yerimde duruyorum, gerçekliğin kendisi bana doğru geliyor, yüzüme başka rüzgar vuruyor. Bu rüzgar dış niyetin rüzgarıdır.
Ben daha önce yaptığımın tam tersini yaptım: yansımanın peşinden anlamsız koşuşturmayı durdurdum, dünyayı bıraktım ve ona benim düşüncelerimi takip etmeye izin verdim. Benim iç niyetimin yerini dış niyet aldı, çünkü ben realiteye direk müdahaleden vaaz geçtim. Ben sadece düşüncelerimde sürekli istediğim resmi çiziyorum, ayna ise bunu yansıtıyor ve gerçekleştiriyor.




18 Kasım 2013 Pazartesi

+AYNADAKİ YANSIMANIN PEŞİNDE+








                     +   AYNADAKİ YANSIMANIN PEŞİNDE




  İnsan kendi bakış açısıyla ve değerleriyle kendi dünyasını, kendi gerçekliğini yaratıyor. Bu gerçeklik kişinin görüşlerine göre farklı özelliklere bürünüyor. Mecazi anlamda söylesek burada farklı hava durumu oluşuyor: güneşin ışıltısında sabahın tazeliği, kapalı hava ve yağmur, bir bakarsın- rüzgar  ve ya tam doğa felaketi.
Etrafımızdaki gerçekliği kişinin davranışları ve hareketleri belirler diye düşünürüz. Ama inanın bizim düşünce kalıplarımız ayni işi yaparlar, sadece onların yaptığı hemen göze gözükmez.
Genelde kişinin yaşadığı gerçekliği onun düşünceleri belirler. Ayni zamanda  dünya da onun düşüncelerini etkiler. Burada bir kısır döngü oluşmakta: dünya bizim düşüncelerimizin yansımasıdır ve bu yansımada da bir şekilde düşüncelerimizi etkiliyor.
Biz aynanın karşısında oradaki yansımaya odaklanıyoruz, onu izliyoruz, kendimizi değil. Bundan dolayı yansıma da bizi etkiliyor. İnsan aynanın etkisindedir, büyülenmiş gibi kendi kopyasını izliyor. Onun aklına orijinalin kendisini değiştirmek gelmiyor. Bu yansımaya odaklanma alışkanlığımız bizim istemediğimiz şeyleri almamıza neden oluyor.
Negatif duygular bizim dikkatimize tam hakim ola biliyorlar. İnsan en çok kaçındığı şeyi düşünüyor. İnsan istemediği şeyi düşünüyor ve düşündüğü şeyi istemiyor. Böyle bir paradoksla karşı karşıyayız. Ama aynamızı bizim neyi istediğimiz ve ya istemediğimiz hiç ilgilendirmiyor, a sadece olanı yansıtıyor, ne az, ne de çok.
Tuhaf bir durum oluşuyor. Kişi hep istemediği şeylerin yükünü sırtında taşıyor.
Biz bir şeyden nefret ettiğimizde neler oluyor? Biz bu duyguya aklımızı ve kalbimizi yükleriz. Net görüntüyü ayna olduğu gibi yansıtır ve dünyamız bu duyguyla dolar. Biz en çok nefret ettiğimiz şeyleri fazlasıyla alırız. “Lanet olsun!”-deriz ve işler daha da kötüye gider.
Bir kadın alkolden nefret ettiği vakit illa ki hayatında alkolün çeşitli etkileriyle karşılaşır ve ya eşi alkolik olur. Onun aynasına bu görüntü yansımıştır. Ve ya haksızlıktan sürekli şikayet eden kişi hep haksızlığa uğrar. Ayna ne yapsın? O sadece olanı size yansıtıyor.
İnsan negatif tepkileriyle dünyasını koyu renklere boyuyor. Derin duygumuzu ve düşüncemizi içeren her tepkimiz gerçekliğe yansıyor. Tepkimizin yönü, yani iyi ve ya kötü olması önemli değil ,ayna her koşulda işini görecektir.
Kişi istemediği bir şeyin gerçekleşmesini görünce ne yapar? O tüm dikkatini aynaya yöneltir ve yansımayı değiştirmeye çalışır. Yansımamız bizim fiziksel gerçekliğimizdir ve biz burada iç niyetimizle bir şeyleri değiştirmeye çalışırız. Dünya bizi aldırmıyor, istediğimiz yönde hareket etmiyor, biz onu boğazlayıp istediğimiz yere gücümüzle götürmek istiyoruz. Bu zor bir meseledir, bazı zaman imkansızdır. Çünkü durum gariptir, aynen böyle tablo çiziyoruz: kişi aynanın karşısında yansımasını yakalamak ve değiştirmek istiyor. Sizce bu mümkün mü?
İç niyetimizle direk müdahile ederekten tezahür etmiş bir şeyi değiştirmeye kalkışıyoruz.
Sanki bozuk arabanın direksiyonuna oturmuşuz. Arabanın motoru durur, freni çalışmaz, kontrolden çıkar. Biz frene bastıkça hız artar, direksiyonu bir tarafa çevirdiğimizde araba tam ters yöne döner. Demek ki, biz gerçekliği kontrol edemiyoruz, gerçeklik bizi yönetiyor.
Çocukken nasıl istediğimizi alamayınca ağlar, ayaklarımızı yere vururduk. Büyükler bize bir şeyleri anlatmaya çalışıyorlardı, ama biz inatla ağlamaya devam ediyorduk-her şey bizim istediğimiz gibi olacaktı. Biz büyüdük, ama değişen bir şey olmadı. Biz yine ayaklarımızı yere vurup dünyadan istediğimizi almak istiyoruz. Ama o hep tersini yapıyor-dünya bizi dinlemiyor.
 Biz büyüdük, ama hiçbir şeyi anlamadık.
Peki hatamız nerede? Ne yapmalıyız.? Tüm problemlerimiz bizim kendi yansımamıza odaklanmaktan kaynaklanıyor. Biz dünyaya bakıyoruz ve onu değiştirmeye çalışıyoruz.

Oysa yansıma peşinde koşmaktan vaaz geçip durmamız lazım. Dikkatimizi aynamızdan ve oradaki yansımamızdan koparıp içimize yönlendirmeliyiz. O zaman şaşkın araba yerinde donar, gerçeklik durur. Ve daha sonra beklemediğiniz şey baş verir: dünya kendisi bize doğru hareket eder.. 

17 Kasım 2013 Pazar

+DÜNYA SİZİN AYNANIZDIR








                                ,+  DÜNYA SİZİN AYNANIZDIR



Orta asırlarda insanlar Venedik aynalarının özelliğine dikkat etmişlerdi. Bu aynalara bakmak daha hoş oluyordu, aynadaki yüz daha cazibeli ve güzel görünüyordu. Meğerse Venedik ustalarının sırrı vardı- onlar aynanın maddesine altın tozu ilave ediyorlardı. Bu da görüntüye belirgin sıcaklık ve doğallık veriyordu. Yaşadığımız dünya bizim aynamızdır.Siz de kendi aynanızı geliştirip daha hoş görüntü elde ede bilirsiniz. Hayatımız tepki-ilişki zincirinden oluşuyor. Şimdi bu ilişkilerden birisini, genel hayat fonumuzu oluşturan ilişkiyi seçelim.
Mesela, böyle bir formülü seçe biliriz: Benim dünyam beni seviyor.
Negatif şeye aktif tepki vermek, olumlu ve sevindirici şeyi ise olması gerek şey gibi sakin karşılamak insanın doğasında vardır. Bunu alışkanlık olarak yaparız. Ama şimdi bilinçli şekilde tepki vere bildiğimizi hatırlayalım. “Benim dünyam beni seviyor” anlayışıyla bakış açımızı ve hislerimizi değiştirelim. Göreceksiniz, aynanız buna nasıl karşılık verecektir. Bu bizim gerçekliği şekillendirme yolunda ilk adımımız olacaktır.
Hatırlayın çocukluğunuzda dünya sizi seviyordu ve size bakıyordu, siz bunun farkında değildiniz. Geçmişinize bir bakın. Kaygısız, hoş günlerinizi gözünüzün önüne getirin. Bazı zaman geçmişten bir sahne tüm renkleriyle canlana biliyor. Anneannenizin size yaptığı kurabiyenin kokusunu bile alırsınız. Nasıl idi? Siz o kaygısızlık, şımarıklık duygusunu aldınız mı?
Dünya sizi seviyordu, sizi şefkatle kucaklamıştı. Siz iyiydiniz, mutluydunuz, fazla beklentiniz de yoktu.
Neden hayatın renkleri zaman içinde sanki soluyor? Çocuk kaygısızlığı endişeyle ve gerginlikle yer değiştiriyor?  Yaşlandıkça problemler mi çoğalıyor? Hayır. Yaşlandıkça insan negatif tepki verme alışkanlığı ediniyor. Her şey yolunda olduğu zaman bile insan daha çok şey istiyor dünyadan. O dünyaya tepkisini değiştiriyor: "Sen bana istediğimi vermiyorsun, sen kötüsün”. Dünya bizim aynamız olduğundan yapacağı bir tek şey oluyor- dünya kötü oluyor.
Sonuçta gerçeklik kişinin düşüncelerini yansıtarak değişiyor.
Kötü bir tablodur! İnsan nasıl kendi her şeyi berbat ettiğinden haberi yoktur. Aynada bazı hoşlanmadığı detayları fark ettiğinde, insan onlara dikkatini yöneltiyor ve negatif tepkisini belirtiyor – sonuçta her şey olduğundan daha da kötüye gidiyor. Aynadaki yansıma tazeliğini ve canlılığını yitiriyor, soluyor.,
Ama her şeyi geri getirmek mümkündür! Kaygısızlık duygusunu, çocuklukta yediğiniz dondurmanın tadını, hayallerinizi, yaşam sevincini. Ve bunu yapmak kolaydır. O kadar kolay ki, inanılması da zordur. Siz inanmaktan vaaz geçin, siz sadece deneyin.
Kimsenin aklına gelmiyor ki, kendi dünyasını yeniliye bilir. Bunun için gerçeklikle ilişkisini bilinçli kontrol altına alması gerekiyor. Siz dünyayı nasıl algılarsınız, hissedersiniz, dünya da karşınızda o şekil gelir. Aynaya neyi yansıtırsınız, onu da görürsünüz.
Aslinde dünya ayni dünyadır, değişmedi, siz değiştiniz. Şimdi uyanın ve bunu fark edin. Etrafınıza bakın, dünya sizi hala seviyor. Siz yine beraber ola bilirsiniz, her şey yine eskisi gibi olur. Ama acele etmeyin. Aynadaki yansımanın değişmesi için zamana ihtiyaç var. Siz sadece kendi gerçekliğinizi değiştirmek için çalışmalısınız.
Çalışma bundan ibarettir. Her hangi durum, olay insanla karşı karşıya geldiğinizde aynadaki görüntüyü aydınlatan formülü söyleyin kendinize: Dünya beni seviyor. Ve ya: Dünya benim için en iyisini seçiyor. Kendiniz birçok olumlama yapa bilirsiniz. “ Ben sipariş veriyorum, dünyam siparişi yerine getiriyor”. “Ben kendi niyetimle kendi dünyamı kuruyorum”.”Dünya benim problemlerimi çözüyor”.
İyi bir şey yaşadığınızda dünyaya teşekkür etmeyi unutmayın, kötü bir şeyde ise yine inatla her şeyin yolunda olduğunu ve dünya sizi sevdiğini söyleyin. Belki siz daha büyük bir olumsuzluktan korunmuşsunuz. Dünyanıza güvenin.
Sabırla her seferinde olumlamanızı tekrarlayın. Sabır ilk başta gerekecektir, sonra işlem alışkanlığa dönüşür. Sonra da her şey yoluna girer.

Bu basit teknikte aklınıza getiremeyeceğiniz güç saklıdır. Dünyayla ilişkinizi yönettiğinizde siz gerçekliği yönetiyorsunuz. 

16 Kasım 2013 Cumartesi

+MÜCADELEDEN DENGEYE






                    +  MÜCADELEDEN DENGEYE


      Denge Evrenin temel yasasıdır. Doğada her şey denge kurmaya çalışıyor. Atmosfer basıncının bozukluğu rüzgar ile dengeleniyor, gece- gündüzle, sıcaklık farklılığı ısı değişimiyle. Denge her yerde ve her zaman bizi takip eder. Hayatımızda siyah ve beyaz devreler olduğuna, başarının ardından yenilgi yaşadığımıza alışığız. Bunlar hepsi Denge yasasının tezahürüdür. Çünkü şans da şansızlıkta balansı ayni şekilde bozuyor. Tam denge-tamamen hiçbir şeyin olmamasıdır. Mutlak denge ise yoktur, bunu kimse gözlemlememiştir.
 Bizim bir şeye aşırı önem verdiğimizde, bir yerde enerji fazlası yarattığımızda denge güçleri devreye girer. Peki bu güçlere karşı koymak mümkün mü? Zaten biz hep bunu yapıyoruz- denge güçleriyle savaşıyoruz. Yaşadığımız tüm olumsuzluklar denge güçlerinin eylemlerine bağlı diye biliriz. Bizim yapabileceğimiz tek bir şey var- aşırı enerji potansiyelini düşürmek, dengede olmaya çalışmak. Biz dengeyi fazla bozmadığımız süreçte sistem de bize fazla müdahile etmez. Biz tüm problemlere reçete çıkaramayız, ama genel tavsiyelerde buluna biliriz.
Her insan önem temelinde duvar kurar, sonra bu duvarı atlamaya ve ya kafasıyla kırmaya çalışır. Engeli aşmak yerine temeldeki tuğlayı söküp atmak mantıklı değil mi? Duvar o zaman kendiliğinden çöker. Biz hepimiz engellerimizi biliyoruz. Ama engelin temelinde yatan şeyi, sebebi her zaman çıkarmak kolay olmuyor. Karşınıza zor bir problem çıktığında nerede aşırıya yol verdiğinizi, neye fazla önem verdiğinizi bulmaya çalışın. Kendi öneminizi belirtin ve sonra ondan vaaz geçin. Duvar yıkılacak, engel ortadan kaybolacak , probleminiz kendiliğinden çözülecektir. Engelleri aşmayın, önemi düşürün.
Önemi düşürmek kendi duygularımızı bastırmak ve ya onlarla savaşmak anlamına gelmiyor. Bizim duygumuz önemin doğurduğu sonuçtur. Fazla duygusallık ve heyecan önemden kaynaklanır. Önemin bize hep problem yarattığını iyice kafamıza sokmalıyız ve her zaman onu azaltmaya gayret etmeliyiz.
Dış önemi azaltmak kaygısızlık ve ya umursamazlık değildir. Tam tersi umursamazlık önemin o biri yüzüdür. Burada ne abartıya kaçmak, ne de vurdumduymazlık yapmak gerekiyor. Hayatı hafife alın. İnsanların iyi ve ya kötü olduğunu kafanıza takmayın. Dünyayı olduğu gibi kabul edin. Kendinizi de olduğunuz gibi kabul edin. Kendiniz olma lüksünü kendinize tanıyın.
Kendi artılarınızı ve eksiklerinizi ne abartın, ne de aşağılayın. İç huzura ve dengeye ulaşmaya çalışın: siz ne büyüksünüz, ne de küçük. Sizin probleminizin çözülmesi bir oluşuma bağlıysa, başka bir yol da arayın, hep yedek varyant bulunsun. Unutmayın, denge güçleriyle savaşılmaz.
Bir tek önemi düşüre bilirsiniz. Hiçbir zaman bir karta oynamayın, bu kart ne kadar doğru olsa bile!
Hayatınızda mizaha, espriye yol verin. Kendinize ve başkalarına onları incitmeden gülmek size canlılık getirir ve önemi düşürür.
Bir problemi halletmeye çalıştığınızda altın kuralı takip edin: problemi çözmeye başlamadan problemin önemini düşürün. O zaman denge güçleri devreye girmez ve sorunuzu kolay  çöze bilirsiniz.
Önemi düşürmek için problemin önemden kaynaklandığını anlamanız gerekiyor. Bir an durun ve önemin ne olduğunu hatırlayın. Sonra objeye,olaya olan tepkinizi değiştirin. Bu zor olmayacaktır. Siz artık her türlü önemin size engel yarattığını biliyorsunuz. Bunun için kafanızda içsel Gözlemleyici yaratın. O sizin değerlerinizi her zaman takip etsin, aşırı önem oluştuğunda uyarsın. Önemli bir işe hazırlandığınızda düşüncelerinizde önemi yakalayın. Hazırlandığınız ve beklediğiniz olay sizin için çok önemliyse, durumu daha da zorlaştırmayın.
En güzel reçete- hafif yaklaşım, ani karar vermek ve doğaçlamadır. Hazırlık bir tek tedbir alma şeklinde ola bilir. Titizlikle ve ciddiyetle hazırlanmak doğru değildir- bu davranış önemi güçlendirir. Hareketsiz duygusallık onu daha da çoğaltır. Düşünmeyin- harekete geçin. Eğer hareket demiyorsanız, düşünmeyin, durumu bırakın. Dikkatinizi başka yere yönlendirin.
Her şeyde dengeyi sağlamaya, enerji fazlası yaratmamaya gayret edin. Ama şimdi bu prensibe de fazla önem vermemek için sizi uyarmak zorundayım. Eğer denge prensibini fanatik bir şekilde uygulamaya başlarsınız, bu davranışla prensibin kendisini bozarsınız. Eğer kırkayağa nasıl adım atmasını detaylı şekilde anlatmaya kalkışırsanız, o bir adım bile atamaz. Her şeyde denge gerekiyor. Ama bazı zaman kendinize dengeyi bozmayı izin verin, tehlikeli bir şey baş vermez. Esas odur ki, önem ibresi fazla eğilmesin.

15 Kasım 2013 Cuma

+ÖNEM



                                          + ÖNEM




                     
Biz bir şeye aşırı önem verdiğimizde ona fazla enerji yükleriz. Enerji sistemi denge üzerinde kurulmuştur, o yerde ve her zaman dengeyi sağlamak ister. Biz bir şeye ve olaya aşırı önem verdiğimizde sistem harekete geçer ve yarattığımız enerji fazlasını çeker, dengeyi sağlar. Bu bizim önem verdiğimiz şeyi bizden uzaklaştırır. İstediğimizin tam tersini ala biliriz.
Önemin iki türü vardır: içsel önem ve dışsal önem. İçsel önem bizim kendimize, kendi özelliklerimize fazla önem vermektir. İçsel önem böyle diyor:”Ben çok önemli birisiyim”, “Benim yaptığım iş çok önemlidir.” Kendini fazla önemseyen kişi enerji fazlasını gidermeye çalışan enerji sistemini karşısına almıştır ve netice bir tokat yer. Başına kendi önemini düşürecek bir şey gelir. Yaptığı işe aşırı önem verdiğinde ayni şeyi yaşar: ya işini kötü yapar, ya da işini beğenmezler.
Dişsel önem dıştaki olaya ve ya objeye aşırı önem verdiğimizde oluşur. Dişsel önemin formülü böyledir:”Benim için bu çok önemlidir”. Burada da denge kurulacaktır ve maalesef bu denge sizin işlerinizin berbat gitmesiyle sağlanacaktır.
Yerde dar ve uzun tahta parçasının olduğunu düşünün. Siz kolayca onun yüzerinde yürürsünüz. Şimdi o tahtanın iki yüksek binanın çatılarını birleştiren tahta olduğunu düşünün. Şimdi bu tahtada yürümek artık kolay değildir, çünkü bu geçidin önemi fazladır. Bu dış önemi kendinizi sigortalayarak düşüre bilirsiniz. Dış önemi düşürmek için her seferinde başka bir sigortaya ihtiyaç olacaktır. Yaptığınız bir işin dış önemini düşürmek için sizin her zaman yedek bir planınız, “B” varyantın olması lazımdır. Her şeyi bir kefeye koymaktan kaçının, bir karta oynamayın.
Tüm aşırı duygular ve tepkiler: öfke, nefret, kızgınlık, cimrilik, hayranlık, gurur, kibirlik ve saire –hepsi önemin bir şekilde yansımasıdır.
Önem her zaman enerji fazlası yaratıyor ve denge güçlerinin harekete geçmesini sağlıyor. Denge güçlerinin sert müdahalesi bizim işimize çoğu zaman yaramıyor. Önem bizim hayatımızı zorlaştırıyor.
Olay aynen böyle gelişir. Karşınızda bir obje var. Enerji alanında o ne iyidir, ne de kötü. Nötrdür. Siz ona duygu ve düşüncenizle aşırı önem yüklediğinizde bu dengeyi bozmuş oluyorsunuz. Şimdi bu obje ya aşırır iyidir ve ya kötü. Enerji sistemi burada eski dengeyi yeniden sağlamak zorundadır. Bunu nasıl yapacak? Sizin aşırı hayranlığınızı gidermek için bir şeyler yapılacaktır. Ve ya öfkenizi düşürmek için. Öyle ve ya böyle beklediğinizin tam tersi bir şey yaşayacaksınız. Bu da her zaman hoş olmaya bilir. Mesela, birisini gözünüzde büyütmüşsünüz, onu aşırı idealize etmişsiniz, ona hayransınız. Bu kişi öyle bir şey yapar ki, ve ya öyle bir davranış sergiler ki, sizin kurduğunuz o mükemmel tablo bir anda yıkılır. Siz hayatınızın tokadını yersiniz. Denge güçleri harekete geçmiştir.
Sonuç- her seferinde kendinizin bir şeye aşırı önem verdiğini hissettiğinizde önemi düşürün.
Denge güçleri sizin aşırı bağımlılık ve tutku yaşadığınız zaman devreye girerler.
Ben size duygularınızı yok edin demiyorum. İçinizde volkan patlıyorsa sakin görünmeye gayret etmek yine dengeyi bozar. Duygularla savaşmak boş uğraştır. Duygular tepkiden doğuruyor, tepkilerinizi değiştirmek lazım. Duygu sonuçtur. Sebebi bir tek şeydir- önem.
Dış öneme güçlü eğilim fanatikleri doğurur. İçe dönük güçlü önem ise -zalimleri.
Her önem, ister dış, ister iç-uydurulmuş kavramlardır. Biz hepimiz önemsiziz bu dünyada.
Ama dünyanın tüm güzellikleri bize açıktır. Çocukların denizde dalgalarla oynadıklarını gözünün önüne getirin. Onların hiçbiri iyi ve ya kötü olduklarını düşünmüyorlar, suyun iyi ve ya kötü olduğu, başka çocukların iyi ve ya kötü olduğu onların umurunda değildir. Bu durum devam ettiği sürecinde onlar doğayla denge deler ve mutlular. Her birey de böyle doğanın çocuğu gibi gelmiş dünyaya. O, dengeyi sağlaya bilse geldiği dünyada her şey onun içindir.
Ama insan önem taslamaya başlar ve problemler yaşar. O,oluşturduğu önemle problemler arasında sebep –sonuç ilişkisini çözemez ve dünyanın ona düşmanca davrandığını düşünür.
İsteklerimizin gerçekleşmesi yolunda en büyük engelimiz sahte önemdir. Belki sizi ikna edemedim.
Ama benim argümanlarım bitmiş değildir.


14 Kasım 2013 Perşembe

+FARKLI KUŞAKLAR VE DÜNYALAR






                            + FARKLI KUŞAKLAR VE DÜNYALAR
                              




Tüm zamanlarda insanlar bu düşünceye sahip oldular: “Bizim zamanımız hiç böyle miydi!”
Yaşlandıkça hayat insana daha kötü geliyor. O, gençliğini anımsadıkça o zamanlar her şeyin daha renkli, canlı olduğunu düşünüyor. Genliğinde hayaller gerçekti, müzik daha duygusaldı, iklim daha iyiydi, insanlar daha sıcaktı, yiyecekler daha lezzetliydi, hala sağlık bambaşkaydı.
Hayat umut ile doluydu, sevinç ve zevk veriyordu. Şimdi bunca zaman geçtiğinde insan artık ayni olaylardan önceki gibi etkilenmiyor, ayni duyguları yaşamıyor. Mesela, piknik, parti, konser, sinema, bayram, denizde tatil-bunların kalitesinde hiç eksiklik yaşanmamış. Bayram eğlencelidir, film sürükleyicidir, deniz ılıktır. Ama yine bir şeyler eksik, önceki gibi değildir.
Renkler solmuş, duygular sönmüş, merak azalmıştır.
Neden gençliğimizde her şey harika oluyor? Gerçekten insanın duyguları yaşlandıkça köreliyor mu? Ama olgun kişi gülme ve ağlama kabiliyetini yitirmiyor, renkleri ve tadı seçe biliyor, kötüyü iyiden ayırt ede biliyor. Belki Dünya gerçekten yokuşa gidiyor?
Dünya gerçekte daha kötüye gitmiyor, o her bireye özel olarak kötüye gidiyor. Tatminsizlik, hoşnutsuzluk kişiyi zaman içinde karamsar dünya yaratmaya itiyor. Ve o kendini böyle bir dünyada buluyor.
İnsan doğduğunda dünyanı olduğu gibi kabul eder. Bir bebeğe dünyanın iyi ve ya kötü ola bileceği hala malum değildir. Gençler hala şımarmamış ve seçici değiller. Onlar sadece dünyanı keşfediyorlar ve sevinç içindeler, çünkü onların hayalleri isteklerini aşıyor. Onlar şimdi her şeyin fena olmadığını ve daha da iyi olacağına inanıyorlar. Ama sonra başarısızlıklar başlar ve tüm hayallerin gerçek olamayacağını görürler, başkalarının daha iyi hayat sürdüklerini ve güneşin altındaki yer için mücadele gerektiğini öğrenirler. Zaman içerisinde istekler hayalleri aşar. Tatminsizlik ve şikayet insanı başarısızlık çizgisine iten güçtür. Negatif  enerji ışınlayan kişi kendisini negatif parametreleri olan hayatta bulur. Bu doğal ve tüm kanunlara uygun bir durum değil mi?
Dünya, onun hakkında ne kadar kötü düşünseniz, o kadar kötüye gider. Çocuklukta kimse dünyanın kötü ve ya iyi olduğunu fazla aldırmaz ve her şeyi olduğu gibi kabul eder.Siz hala dünyayı yeni keşfediyorsunuz ve eleştiriye fazla kapılmadınız. En büyük küskünlüğünüz yakınlarınıza olurdu, size istediğiniz oyuncağı almadılar diye. Ama sonra ciddi şekilde etrafınıza küsmeye başladınız. Tatminsizlik her geçen gün arttı. İstekleriniz çoğaldıkça, sonuçlar da kötüleşti.
Gençliğini yaşamış ve olgun yaşlara ulaşmış her kes önceleri daha iyi olduğunu söyler.
Garip bir durumla yüzleşiyoruz: siz olumsuz durumla karşılaşıyorsunuz, olumsuz tepki veriyorsunuz, sonuçta durum daha da kötüye gidiyor. Sizin negatif tepkiniz size bumerang şeklinde geri dönüyor. Bu bumerang tepkinizin üç katıdır.
Negatif tepki alışkanlığı o kadar kemikleşmiş ki, insanlar onları hayvanlardan ayıran özelliği kaybediyorlar-şuuru. Salyangoz da dışarıdan gelen uyarılara negatif tepki veriyor. Ama insanoğlu salyangozdan farklı olarak surlu ve bilinçli şekilde dış dünyayla ilişkisini yönete biliyor. Fakat biz bu özelliğimizi kullanmıyoruz, en küçük saldırıda negatif tepki veriyoruz. Agresifliği yanlış olarak güç sanıyoruz, aslinde ne kadar güçsüz ve aciz olduğunuzu sergiliyorsunuz.
Olgun kişi hayatın kötüye gittiğini düşünüyor. Gençler için ise hayat güzeldir. Neden böyle oluyor? Sizin gençliğinizde de yaşlı insanlar vardı ve onlar önceleri hayatın ne kadar güzel olduğunu söylüyorlardı. Burada mesele bir tek insan psikolojisinde değildir- geçmiş hatıralarda kötüyü silip iyiyi tutmak insana has özelliktir. Çünkü tatminsizlik şimdiye aittir, şimdi sanki önceden daha kötüdür.
Eğer hayatın her geçen yıl daha da kötüye gittiğini kabul etsek, dünya çoktan param parça olmalıydı. İnsan tarihinin başlangıcından kaç nesil geçmiş? Her nesil dünyanın daha kötüye gittiğini sanmış. Mesela her yaşlı insan koka kolanın önceleri daha iyi olduğunu söyler. Koka kolanı 1886 yılında icat etmişler. Şimdi onun ne kadar kötü olması gerekir! Belki tat duygusu yaşlandıkça köreliyor? Hiç zan etmiyorum. Yaşlı insan için tek içecek değil, giysiler, mobilyalar, parfümler, başka ne desen, daha kötü olmuştur.
Eğer dünya her kes için tek dünya olsaydı, birkaç kuşak sonra dünya cehenneme dönüşürdü.
Bu çelişkiyi böyle anlarız: bu tek dünya içinde her insan kendi dünyasını kurmuştur.
Yüzeyde her kes için farklı talih senaryoları gözüküyor: zenginler ve fakirler, başarılı olanlar ve başarısızlar, bahtiyarlar ve perişan olanlar. Onlar hepsi bu dünyada yaşarlar, ama her kesin kendi dünyası vardır. Burada her şey nettir, zenginlerin yerleştiği yerler ve gecekondular gibi.
Biri dünyaya son model arabadan bakar, öteki çöp tenekesinden. Birisi bayramda sevinçlidir, öteki kendi problemleriyle boğuşuyor. Her kesin gördüğü ayni şeydir, ama elde edinen tablo farklıdır, renkli filmin siyah-beyazdan seçildiği gibi.
Her birey kendi düşünceleriyle kendi dünyasını oluşturuyor ve ayni zamanda dünyayla ilişki kuruyor. İnsanlar sanki kendi hayat tabakalarında yaşıyorlar, ama bu tabakalar içi içedir ve hepsi bir arada mekan dediğimiz şeyi yaratıyorlar.


12 Kasım 2013 Salı

+ PARA







                             + PARA


Parayla mutlaka bağımlılık ilişkisi kurarsınız, çünkü paraya sahip olmadan onu sevemezsiniz.
Ama yine de bu bağımlılığı mümkün kadar düşük seviyede tutmak lazım. Para size geldiğinde sevinin. Ama asla paranın yetmediğine, kaybettiğine üzülmeyin, yoksa para her geçen gün azalır. Eğer birisi az para kazanıyorsa, onun tipik hatası paranın yetmediğine yakınmaktır. Bu tarz düşünceler size yoksulluğun yolunu açar.
Paranın azaldığına dair endişe duymak da tehlikelidir. Parasız kalmaktan ve ya az para kazanmaktan korktuğunuzda durum daha da kötüye gider. Korku negatif enerjidir. Böyle bir kapana düştüyseniz kurtulmanız zor olur, ama mümkündür. Oluşturduğunuz korkunun nedenini bulun. Burada neden paraya aşırı bağlılık ve ya aşırı para isteği olabilir. İlk başta sahip olduğunuz her şeye şükür edin ve bulunduğunuz durumu kabul edin. Her zaman durumun daha da kötü ola bileceğini unutmayın. Paranı ret edin demiyorum, sadece şimdi onun size akmaması durumu  kabul edin. Oyuncu rolüne girin, o her ya kazanıyor, ya da kaybediyor.
Çoğu insan başkalarının amacına hizmet ederek para kazanıyor. Zenginlik azınlığa has olan şeydir düşüncesi de buradan kaynaklanıyor. Doğrusu her kes zengin ola bilir, yeter ki kendi amacına hizmet etsin. Para maksat değildir, ve hatta maksada ulaşmak için araç değildir, sadece yolunuzda sizi takip eden semboldür. Biz zan ederiz ki maksada ulaşmak için sermaye lazım. İlk başta bu fikir size doğru gele bilir. Biz maddesel dünyada yaşıyoruz, ve burada paranın yardımıyla var ola biliyoruz. Burada her şey satılıyor ve satın alınıyor. Ama birisi sermaye peşinde koşarak asıl maksadı unuta bilir. Para amacın yerini alıyor. Amaç insanın hayatta istediği şeydir.Mesela, siz müstakil evde yaşamak ve çiçek yetiştirmek istiyorsunuz. Ve ya dünyanı gezmek, uzak ülkeleri görmek istiyorsunuz. Kendi çiftliğinizde at yetiştirmek. Okyanusta kendi adanızda hayattan zevk almak. Pop yıldızı olmak.
Tabi bazı maksatlara ulaşmak için bir bavul para lazım. Çoğu insan da aynen bunu yapıyor:bavulla para kazanmaya çalışıyor. Bu kişiler asil amaçlarını ikinci plana atıp parayı düşünüyorlar. Sonuçta ne ulaşılmış amaç olacak ,ne de para. Bunun sebebi düşünce enerjisinin amaca değil,onun sahte yedeğine yönlenmesidir. Eğer siz amacınıza zengin birisi olma şartıyla ulaşmayı düşünüyorsunuz, bu şartı kafanızdan çıkarın. Farz edelim ki, siz dünyayı gezmek istiyorsunuz. Tabi böyle bir seyahat için çok para lazımdır. Hayalinizi gerçekleştirmek için hayalinizi düşünün, zenginliği değil. Para kendiliğinden gelir, çünkü o gereken işarettir. Bu kadar basit. Size çok saçma geldiyse, bunu denemeye kalkın. Amaca paranın yardımıyla ulaşılmıyor, amaca giden yolda para gelir. Para için endişe etmeyin, para kendi size gelir. Paranı düşünmeyin, istediğiniz şeyi düşünün.
Ayni zamanda  paraya çok nazik davranmanız gerekiyor. Yere bozuk para düşürdüğünüzde onu küçümsemeyin, eğilip alın. Parayı harcarken endişelenmeyin. Harcanmak –paranın misyonudur zaten. Eğer bir harcama yapmaya karar verdiyseniz sonradan pişman olmayın.
Harcamaları kısıtlama ve ya para biriktirme enerji fazlası yaratır. Bu durumda hepsini kaybetme olasılığı büyüktür. Para hareketi ,dolaşımı sever ,onu akıllıca harcamak lazım. Zenginler boşuna hayırseverlik yapmıyorlar. Onlar bu şekilde topladıkları servetin ürettiği enerji fazlasını gideriyorlar  ve paralarını koruyorlar.

+ FAKİRİN ZENGİN OLMA HAYALİ

      +  FAKİRİN ZENGİN OLMA HAYALİ


Mantıklı düşünürsek gecekonduda doğmuş insan zengin olamaz. Şimdi cinayet yolunu ve ya milyoncuların masallarını konuşmayalım. Mantıkla bir sonuca varamayız, biz mümkün olamayan şeylerin mümkün olmasına bakalım.
Eğer insan yoksullukta doğmuşsa o yokluğun içindedir, o yokluğa alışıktır ve bu yokluk onun bilinçaltının güçlü kaydı şeklindedir. İçimizdeki dışa yansıyor, yokluğun içinde fakirlik enerjisini üretiyoruz. Fakirlikten nefret etmek, zenginlere imrenmek ve zengin olmayı istemek sizi zengin hayata götürmez. Bu üç şeyle fakirlikten kurtulmak mümkün değildir. Nedenini araştıralım.
Hayata adım atmış çocukların ilk keşiflerinden birisi odur ki, bir şeyden nefret etmek, istememek o şeyden kurtulmak anlamına gelmiyor. Bazı zaman kalbinden haykırış kopar:”Ama ben bunu istemiyorum! Ben bundan nefret ediyorum! Neden beni bırakmıyor? Neden benim başıma geliyor?”
Bu soruyu tek çocuklar değil,  büyükler de sorarlar kendilerine. Gerçekten bu durumu kabul etmek zordur: İstemediğin şey oluyor, nefret ettiğin şey hep başına gelir.
Kendi fakirliğinizden, işinizden, fiziksel özelliklerinizden, komşulardan, sokak köpeklerinden, alkoliklerden, uyuşturucu bağımlılarından, hırsızlardan, mafyadan, devletten nefret ede bilirsiniz… Ne kadar çok nefret edersiniz, o kadar çok hayatta karşınıza çıkar.
Düşüncenin güç topladığından sonra kendi başına var olamaya, çoğalmaya, sizi kontrol etmeye ve gerçekliğe şekil vermeye çalışacağını söylemiştik. Düşüncelerimiz bir yerden sonra bizi ve gerçekliğimizi kontrol etmeye başlar. Ve negatif düşünceler daha fazla enerji üretiyorlar.
Yoksullukta doğan kişiye geri dönelim. Onun zengin olma hayali vardır. Ama tek hayal bildiğimiz gibi hiçbir şeyi değiştirmez. Tek hayal işe yaramaz. Koltukta uzanıp tembelce düşünmek olur: şimdi burada bir tabak çilek olsaydı. Ama nerede bulurum, şimdi kış mevsimidir. Zengin olmak isteyen fakir bu şekil düşünüyor.
Kişi almak istediği için hareket etmeye hazır değilse, o istediğini alamaz. Harekete ise kendi inançları yüzünden geçmiyor, hareket etsem bile bir şey elde edemem, bir şey çıkmaz. Böylece kısır döngü oluşuyor. Arzu güç sağlamaz. Arzu parmağı bile kıpırdatmaz. Bunu yapan niyettir. Niyet nedir? Hareket etme kararlığı. Niyet ayni zamanda sahip olma kararlığını da içerir. Şimdi dersiniz ki, bunların hepsi bende var, ben zengin olmak istiyorum.
Hayır. İstemekle bir şeyin olmasına hazır olmak arasında uçurum kadar fark var.
Mesela fakir insan kendini zengin ortamda rahat hissedemez, çok lüks mağazada tedirginlik yaşar. Kalbinin bir köşesinde kendini bunlara layık görmüyor. Zenginlik fakirin rahat ede bileceği ortama girmiyor, çünkü zenginliğin değerlerinden çok uzaktır. Yeni koltuk hoştur, ama eskisi onun için daha konforludur.
Yoksullar zenginliğin dış görüntüsünü biliyorlar: köşkler, villalar, son model bahalı arabalar, mücevherler. Fakiri bu ortama yerleştirin, o rahat edemez. Ona bir bavul para verin, o sapıtır ve kısa zamanda parayı kaybeder. Onun ışınladığı enerji bu hayata çok zıt gelir.
Fakir zenginliğin işaretlerini kendi konfor alanına aldığına kadar, kendini şık ve bahalı şeylerin sahibi hissede bileceğine kadar yoksul olarak kalacaktır. Bu düşünce kaydı silinmese, fakir hazine bulsa bile, yoksul olur.

Zenginliğe giden yolda engellerimizden birisi de hasettir. Bildiğimiz gibi birisine haset etmek onun başarısına kızmak demektir. Bu bakımdan bu duygu olumsuzdur. İnsan psikolojisi öyle çalışıyor ki, birisinde bir şeye imrendiğimiz zaman o şeyi küçümsemeye çalışırız. Kara hasedin mantığı böyle çalışır: Ben onun sahip olduğu şeye imreniyorum. Bende bu şey yoktur ve olması çok zor. Benim ondan neyim eksik? Demeli onda olan şey kötüdür ve bana lazım değildir” Düşüncemiz haset ettiğimiz şeyi yüzeysel olarak değersiz yapıyor ve bilinçaltımız bunu ciddiye alıyor ve bu şeye sahip olmamamız için elinden geleni yapıyor.
Fakirlik düşüncelerinin nasıl çalıştığını gördünüz. Bundan sonraki makalemde durumu değiştirme yollarına bakacağız.


10 Kasım 2013 Pazar

+ SUÇLULUK DUYGUSU




                        + SUÇLULUK DUYGUSU


Bizim  hayatımızı şekillendiren kalıplarınızdan birisi de suçluluk duygusudur.
Suçluluk duygusunun bedeli her zaman ceza oluyor. O olmadığı süreçte ceza da gerçekleşmez.
Mutlaka  işledikleri kötülükten dolayı vicdan azabı çekmeyen kişilere rastlamışsınız. Onlar gayet normal hayatlarını devam ederler, onların başına bir şey gelmez. Tam tersi doğuştan suçluluk duygusu barındıran, ama iyi, vicdanlı insanların başına arka arkaya musibetler gelir, vicdansızları ise başarılar takip eder. Bu durum bize adaletsizliği değil, düşünce-duygu blokajının nasıl çalıştığını sergiler.Tabi biz adaletin galip gelmesini ve kötünün cezalandırılmasını isteriz. Ama tüm manzarayı göremediğimizden Yüce Adaletin de nasıl çalıştığını izleme fırsatımız olmuyor. Ama şimdi konumuz bu değildir.
Bilmemiz gereken o ki, suçluluk duygusu her zaman ceza içeren senaryoyu doğuruyor, üstelik bizim haberimiz olmadan. En iyisi ufak olumsuzluklar oluyor, kötüsü- korkunç kazaya uğrarız. Suçluluk duygusu bunları yapar. O pozitif, hayırlı şeyleri barındıramaz, bir tek yıkıcı şeyleri yaratır. Vicdan azabıyla kendinizi harap etmeyin, bu işe yaramaz. Öyle davranın ki, sonucunda vicdanınızla savaşmayın. Ama bir hata yaptıysanız, boşuna kendinize azap vermeyin, bundan kimseye hayır gelmez.
Suçluluk duygusu başkalarının elinde sizi manipule etmek için kullandıkları ipliktir. Manipule böyle gerçekleşiyor: “Sen ben diyeni yapacaksın, çünkü sen suçlusun” ve ya “Ben senden iyiyim, çünkü sen haksızsın.” Bunları size söyleyen kişiler dürüst ve doğru görünüşe sahipler. Onlar neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyorlar. Onlar her zaman doğru sözleri buluyorlar, çünkü her zaman haklılar ve doğru davranırlar. Burada bu tür doğru insanların hepsinin başkasını kontrol etme gibi alışkanlığı olmadığını söylemek lazım.. Ama dürüstlük ve doğruluk abidesi olan çoğunluk hep karşısındakini manipule etmeye çalışır. Bunu neden yapıyorlar? Genelde bunu bilinçsizce yapıyorlar. Kuşku ve güvensizlik onları içten içe kemiriyor. Onlar başkalarına ders vererek, kontrol ederek kendi zayıf taraflarını kapatmaya çalışıyorlar. Birisi suçluluk duygusunu kabul ettiğinde hemen onu manipule etmek için biri ortaya çıkar ve enerjisini çekmeye başlar. Birisinin etkisinden kurtulmak için ilk başta suçluluk duygusundan kurtulmanız gerekiyor. Siz kimseye hesap vermek zorunda değilsiniz, sizin kimseye borcunuz yoktur. Eğer gerçekten suç varsa, sadece cezasını çekmek lazım, hep suçlu kalmanız gerekmez. Yakınlarınız borcunuz var mı? Yoktur. Siz onlarla mecbur olduğunuz için değil, istediğiniz için ilgileniyorsunuz. Bu başka bir şeydir. Hesap verme alışkanlığından vaaz geçin. O zaman sizi kullanmaya kalkışanlar size kanca atmaya bir şey bulamazlar ve sizi rahat bırakırlar.
Suçluluk kompleksinin çıkış noktası suçtur. Siz bir şeylerde kendinizi yetersiz hissettiğinizde kendinizi suçlarsınız. Mahkeme başlar ve siz duruşmada kendinize hakim biçilirsiniz. Ama siz ilk görünüşte hakimsiniz. Aslinde durum böyle değildir. Siz suçu üzerinize almaya baştan hazırsınız, hangi suçu, önemli değildir. Sadece prensip gereği suçlu olmaya razısınız. Durum böyle olunca ceza almaya da razısınız. Kendinizi başkalarıyla kıyas ettiğinizde siz onlara sizden üstün olmaya izin veriyorsunuz. Dikkat eden, bu hakkı, yani başkasının sizden iyi olma hakkını ona yine de siz veriyorsunuz. Onlar belki de böyle düşünmüyorlardı, siz kendiniz karar verdiniz, kendinize başkalarının yerine hakim oldunuz. Bu durumda onlar sizi suçlamaya başlar, çünkü mahkemeyi siz kurdunuz.
Kendiniz olma hakkını geri alın ve zanlı durumundan çıkın. Kimse sizi suçlayamaz, siz kendinizi suçlu bulamayana kadar. Birisinin olumsuz tarafları olunca bunu fark eden kişiler her zaman bulunur. Evet, bulunur. Ama bir tek siz bu özelliklerinizden dolayı kendinizi suçlu hissettiğinizde bu kişiler ortaya çıkar. Siz bir anlık bile suçluluk duygusuna kapılsanız, mutlaka bunu hissedenler olacaktır. Ve tam tersi: siz bu duygudan uzaklaşsanız, kimse sizin üzerinizden puan toplamayı düşünmez. Biz her zaman içimizde olanı dışarı yansıtıyoruz. İnsanlar bir birileriyle görünmez duygu-tepki bağlarıyla bağlana biliyorlar. Duygu da bir enerji formu olduğundan biz onu yayınlıyoruz, karşı taraftan da alıyoruz. Sizin içinizdeki suçluluk duygusunu, inanın karşınızdaki sizden iyi bilir.
Suçluluk duygusunu barındıran kişi bu duygudan yoksun olan, güçlü birisine itaat etmeye eğilimlidir. Ben suçumu kabul ettiğimde cezayı da bilinçaltımda kabul etmişim, dolayısıyla ben boyun eğmeye razıyım. Ben şimdi insanları kuklalara ve emir sahiplerine bölmek istemiyorum. Ama dikkat edin, hükümdarlar ve iktidar sahipleri suçluluk duygusuna kapılmazlar.
Suçluluk duygusundan nasıl kurtula biliriz? Burada kendini affetme ve kabul etme yine işimize yarıyor. Özür dileme, kendi hatalarını kabul etme, günah çıkarma-bunlar hepsi suçluluk potansiyelini azaltma yöntemleridir.
Suçluluk duygusu bazı zaman hiç suç ortada yokken kişiyi takip eder. O sanki suçlu doğmuştur, sanki doğduğundan, var olduğundan dolayı özür diliyor. Bu bilinçaltındaki çocukluktan ve ya soydan gelen derin blokajdır. Bu durumda blokajınızla çalışacaksınız. Dikkatiniz ona yönelteceksiniz, onu kabul edeceksiniz. Burada size yardım edecek sizin dikkatinizdir. Kendinizi izleyin, duyguyu hissettiğiniz anda onun farkında olun, ona bakın. Bunu sürekli yapmaya çalışın ve bir zaman sonra suçluluk duygusunun kaybolduğunu görürsünüz.
Suçluluk duygusunu ret etmek agresif ortamlarda hayatta kalmanın tek yolu ola bilir: ceza evinde, askerlik döneminde, sokakta, çetede. Sovyetler Birliğinde politik mahkumları mahsustan canilerin, ağır suç işleyenlerin yanına yerleştiriyorlardı, ki iradeleri kırılsın. Ama politik mahkumlar güçlü kişiliğe sahip olduklarından burada otorite olmayı başardılar, saldırıya, baskıya maruz kalmadılar. Onurlu, bağımsız kişiliğe sahip olmak fiziksel bakımdan güçlü olmaktan daha önemlidir. Fiziki güç insanın sahip ola bileceği özelliktir, kişiliğin gücü ise ender rastlanıyor. Özgüvenin anahtarı suçluluk duygusunun olmamasıdır.
Kendi kurallarınızla yaşamaya kendinize izin verin. Kimsenin sizi suçlamaya hakkı yoktur. Sizin kendiniz olmaya hakkınız vardır. Eğer kendiniz olmayı seçersiniz bilinçaltınızdan suçluluk duygusunu silmiş olursunuz. O zaman şaşırtıcı bir şey gerçekleşir: kimse sizi incitmeye, kırmaya cesaret etmez.