Tüm zamanlarda insanlar bu düşünceye sahip oldular: “Bizim
zamanımız hiç böyle miydi!”
Yaşlandıkça hayat insana daha kötü geliyor. O, gençliğini
anımsadıkça o zamanlar her şeyin daha renkli, canlı olduğunu düşünüyor.
Genliğinde hayaller gerçekti, müzik daha duygusaldı, iklim daha iyiydi,
insanlar daha sıcaktı, yiyecekler daha lezzetliydi, hala sağlık bambaşkaydı.
Hayat umut ile doluydu, sevinç ve zevk veriyordu. Şimdi bunca
zaman geçtiğinde insan artık ayni olaylardan önceki gibi etkilenmiyor, ayni
duyguları yaşamıyor. Mesela, piknik, parti, konser, sinema, bayram, denizde
tatil-bunların kalitesinde hiç eksiklik yaşanmamış. Bayram eğlencelidir, film
sürükleyicidir, deniz ılıktır. Ama yine bir şeyler eksik, önceki gibi değildir.
Renkler solmuş, duygular sönmüş, merak azalmıştır.
Neden gençliğimizde her şey harika oluyor? Gerçekten insanın
duyguları yaşlandıkça köreliyor mu? Ama olgun kişi gülme ve ağlama kabiliyetini
yitirmiyor, renkleri ve tadı seçe biliyor, kötüyü iyiden ayırt ede biliyor.
Belki Dünya gerçekten yokuşa gidiyor?
Dünya gerçekte daha kötüye gitmiyor, o her bireye özel
olarak kötüye gidiyor. Tatminsizlik, hoşnutsuzluk kişiyi zaman içinde karamsar
dünya yaratmaya itiyor. Ve o kendini böyle bir dünyada buluyor.
İnsan doğduğunda dünyanı olduğu gibi kabul eder. Bir bebeğe dünyanın
iyi ve ya kötü ola bileceği hala malum değildir. Gençler hala şımarmamış ve
seçici değiller. Onlar sadece dünyanı keşfediyorlar ve sevinç içindeler, çünkü
onların hayalleri isteklerini aşıyor. Onlar şimdi her şeyin fena olmadığını ve
daha da iyi olacağına inanıyorlar. Ama sonra başarısızlıklar başlar ve tüm
hayallerin gerçek olamayacağını görürler, başkalarının daha iyi hayat
sürdüklerini ve güneşin altındaki yer için mücadele gerektiğini öğrenirler.
Zaman içerisinde istekler hayalleri aşar. Tatminsizlik ve şikayet insanı başarısızlık
çizgisine iten güçtür. Negatif enerji
ışınlayan kişi kendisini negatif parametreleri olan hayatta bulur. Bu doğal ve
tüm kanunlara uygun bir durum değil mi?
Dünya, onun hakkında ne kadar kötü düşünseniz, o kadar
kötüye gider. Çocuklukta kimse dünyanın kötü ve ya iyi olduğunu fazla aldırmaz
ve her şeyi olduğu gibi kabul eder.Siz hala dünyayı yeni keşfediyorsunuz ve
eleştiriye fazla kapılmadınız. En büyük küskünlüğünüz yakınlarınıza olurdu,
size istediğiniz oyuncağı almadılar diye. Ama sonra ciddi şekilde etrafınıza
küsmeye başladınız. Tatminsizlik her geçen gün arttı. İstekleriniz
çoğaldıkça, sonuçlar da kötüleşti.
Gençliğini yaşamış ve olgun yaşlara ulaşmış her kes önceleri
daha iyi olduğunu söyler.
Garip bir durumla yüzleşiyoruz: siz olumsuz durumla
karşılaşıyorsunuz, olumsuz tepki veriyorsunuz, sonuçta durum daha da kötüye
gidiyor. Sizin negatif tepkiniz size bumerang şeklinde geri dönüyor. Bu
bumerang tepkinizin üç katıdır.
Negatif tepki alışkanlığı o kadar kemikleşmiş ki, insanlar
onları hayvanlardan ayıran özelliği kaybediyorlar-şuuru. Salyangoz da dışarıdan
gelen uyarılara negatif tepki veriyor. Ama insanoğlu salyangozdan farklı olarak
surlu ve bilinçli şekilde dış dünyayla ilişkisini yönete biliyor. Fakat biz bu
özelliğimizi kullanmıyoruz, en küçük saldırıda negatif tepki veriyoruz.
Agresifliği yanlış olarak güç sanıyoruz, aslinde ne kadar güçsüz ve aciz
olduğunuzu sergiliyorsunuz.
Olgun kişi hayatın kötüye gittiğini düşünüyor. Gençler için
ise hayat güzeldir. Neden böyle oluyor? Sizin gençliğinizde de yaşlı insanlar
vardı ve onlar önceleri hayatın ne kadar güzel olduğunu söylüyorlardı. Burada
mesele bir tek insan psikolojisinde değildir- geçmiş hatıralarda kötüyü silip
iyiyi tutmak insana has özelliktir. Çünkü tatminsizlik şimdiye aittir, şimdi
sanki önceden daha kötüdür.
Eğer hayatın her geçen yıl daha da kötüye gittiğini kabul
etsek, dünya çoktan param parça olmalıydı. İnsan tarihinin başlangıcından kaç
nesil geçmiş? Her nesil dünyanın daha kötüye gittiğini sanmış. Mesela her yaşlı
insan koka kolanın önceleri daha iyi olduğunu söyler. Koka kolanı 1886 yılında
icat etmişler. Şimdi onun ne kadar kötü olması gerekir! Belki tat duygusu
yaşlandıkça köreliyor? Hiç zan etmiyorum. Yaşlı insan için tek içecek değil,
giysiler, mobilyalar, parfümler, başka ne desen, daha kötü olmuştur.
Eğer dünya her kes için tek dünya olsaydı, birkaç kuşak
sonra dünya cehenneme dönüşürdü.
Bu çelişkiyi böyle anlarız: bu tek dünya içinde her insan
kendi dünyasını kurmuştur.
Yüzeyde her kes için farklı talih senaryoları gözüküyor: zenginler
ve fakirler, başarılı olanlar ve başarısızlar, bahtiyarlar ve perişan olanlar.
Onlar hepsi bu dünyada yaşarlar, ama her kesin kendi dünyası vardır. Burada her
şey nettir, zenginlerin yerleştiği yerler ve gecekondular gibi.
Biri dünyaya son model arabadan bakar, öteki çöp
tenekesinden. Birisi bayramda sevinçlidir, öteki kendi problemleriyle
boğuşuyor. Her kesin gördüğü ayni şeydir, ama elde edinen tablo farklıdır,
renkli filmin siyah-beyazdan seçildiği gibi.
Her birey kendi düşünceleriyle kendi dünyasını oluşturuyor
ve ayni zamanda dünyayla ilişki kuruyor. İnsanlar sanki kendi hayat
tabakalarında yaşıyorlar, ama bu tabakalar içi içedir ve hepsi bir arada mekan
dediğimiz şeyi yaratıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder